Açlık ve Obezite Paradoksu: Dünya Gıda Günü'nde Gıda Sistemi
- EE Admin

- 16 Eki
- 3 dakikada okunur

Her yıl 16 Ekim'de kutlanan Dünya Gıda Günü, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) kuruluşunu anmanın ötesinde, gezegenimizin en büyük çelişkilerinden biriyle yüzleştiğimiz bir gündür: Bir yanda yüz milyonlarca insan yatağa aç girerken, diğer yanda üretilen gıdanın yaklaşık üçte biri tarladan sofraya gelene kadar kayboluyor veya israf ediliyor. Bu sadece bir gıda krizi değil; aynı zamanda bir adalet, ekonomi ve çevre krizidir. Peki, 2025 yılına girerken küresel gıda güvenliğinin durumu ne? Bu devasa israfın arkasında ne yatıyor ve Türkiye bu sorunla nasıl mücadele ediyor?
Küresel Gıda Güvenliğinin 2025 Karnesi: Rakamlarla Acı Tablo
2024-2025 dönemine ait veriler, küresel gıda sisteminin alarm verdiğini gösteriyor. COVID-19 pandemisinin yaraları henüz sarılamamışken, çatışmalar ve iklim krizi tabloyu daha da ağırlaştırdı.
Tablo 1: Küresel Gıda Güvensizliği ve Beslenme Durumu (2024-2025)
Bu tablo, küresel gıda sisteminin en büyük paradoksunu ortaya koyuyor: Aynı anda hem açlık hem de obezite salgınıyla mücadele ediyoruz. Sorun, yeterli gıda üretmekten çok, adil dağıtım, ekonomik erişilebilirlik ve gıdanın kalitesinde yatıyor.
Krizi Tetikleyen 3 Büyük Güç: Enflasyon, Çatışma ve İklim
Gıda sistemleri, çoklu şoklar altında eziliyor.
Gıda Enflasyonu: Küresel gıda fiyatlarındaki artış, özellikle düşük gelirli ülkelerde ailelerin sağlıklı gıdaya erişimini imkansız hale getiriyor. Bu durum, doğrudan çocuklarda akut yetersiz beslenme riskini artırıyor. Makroekonomik istikrarsızlık, sofradaki tabağı doğrudan etkiliyor.
Çatışmalar: 2024'te 20 ülkede gıda krizlerinin ana nedeni çatışmalardı. Sudan ve Gazze'de yaşanan kıtlıklar, savaşın gıdayı nasıl bir silaha dönüştürdüğünün en trajik örnekleridir.
İklim Değişikliği: Kuraklık, seller ve aşırı sıcaklar, mahsul verimini düşürüyor, balık popülasyonlarını yerinden ediyor ve gıda kaynaklı hastalıkların yayılmasına neden oluyor.

Gıda Kaybı ve İsrafı: Görünmez Felaket
Küresel açlığın bu kadar yaygın olmasının en utanç verici nedenlerinden biri, üretilen gıdanın yaklaşık üçte birinin çöpe gitmesidir. Bu, her yıl yaklaşık 1 trilyon dolarlık bir ekonomik kayıp anlamına geliyor. Gıda kaybı ve israfı, sadece etik bir sorun değil, aynı zamanda bu gıdayı üretmek için harcanan su, toprak ve enerjinin de boşa gitmesi demektir.
Türkiye'de yapılan araştırmalar, özellikle otel gibi toplu tüketim yerlerinde satın alınan gıdanın %30'unun atık olarak kaybolduğunu gösteriyor.
Türkiye'nin Mücadelesi: "Gıdanı Koru, Sofrana Sahip Çık"
Türkiye, bu küresel sorunla mücadelede önemli adımlar atıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı ile FAO işbirliğiyle hazırlanan "Gıda Kaybı ve İsrafının Önlenmesi, Azaltılması ve Yönetimine İlişkin Ulusal Strateji Belgesi ve Eylem Planı", bu konudaki ilk kapsamlı yol haritasıdır.
Bu planın en görünür yüzü ise "Gıdanı Koru, Sofrana Sahip Çık" kampanyasıdır. Bu kampanya, sadece farkındalık yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda somut eylemlerle toplumu harekete geçiriyor:
Eğitim Atölyeleri: Özellikle kadınlara, çocuklara ve gençlere yönelik porsiyon ayarlama, kalan yemekleri değerlendirme ve bilinçli alışveriş gibi konularda eğitimler veriliyor.
Uygulamalı Etkinlikler: Çocuklarla birlikte fide dikimi gibi etkinlikler düzenlenerek, gıdanın soframıza gelene kadar ne kadar emek gerektirdiği uygulamalı olarak gösteriliyor.
Yerel Yönetimlerin Rolü: Strateji, belediyeleri israfla mücadelede kilit bir aktör olarak tanımlayarak, sorunun çözümünün yerelde başladığını vurguluyor.
Çözüm Hepimizin Elinde
Dünya Gıda Günü, bize gıda güvenliğinin sadece çiftçilerin veya politikacıların değil, hepimizin sorumluluğu olduğunu hatırlatıyor. Hükümetler makroekonomik istikrarı sağlamalı ve adil ticareti teşvik etmeli. Ancak tüketiciler olarak bizim de gücümüz var. Bilinçli alışveriş yaparak, gıdayı daha az israf ederek ve sağlıklı diyetleri tercih ederek bu küresel dönüşümün bir parçası olabiliriz. Çünkü sofradaki her tabak, daha adil ve sürdürülebilir bir dünya için atılmış bir adımdır.




Yorumlar