Rakamların Ardındaki Türkiye: Yoksulluk ve Gelir Adaletsizliği Hakkında 5 Şok Edici Gerçek
- EE Admin

- 17 Eki
- 4 dakikada okunur

Pek çoğumuzun hissettiği bir gerçek var: Çarşıda, pazarda, markette fiyatlar artarken alım gücümüzün eridiği gerçeği. Her ay açıklanan resmi enflasyon rakamları, mutfaktaki yangını veya faturalardaki artışı tam olarak yansıtmıyor gibi gelebilir. Bu his, kişisel bir yanılgıdan ziyade, Türkiye'nin ekonomik ve sosyal yapısının derinliklerinde yatan daha karmaşık bir tablonun yüzeye yansımasıdır.
Manşetlerdeki ekonomik büyüme ve enflasyon verilerinin ötesine geçtiğimizde, yoksulluk, gelir adaletsizliği ve toplumsal kırılganlıklar hakkında çarpıcı gerçeklerle karşılaşıyoruz. Bu rakamlar, sadece cüzdanımızı değil, aynı zamanda toplumun geleceğini de doğrudan etkiliyor.
Bu yazıda, son dönemde yayımlanan ekonomik ve sosyal araştırma raporlarından derlenen, Türkiye'deki yoksulluk ve eşitsizlik gerçeğini en net şekilde ortaya koyan beş şaşırtıcı ve bir o kadar da önemli gerçeği inceleyeceğiz.
1. Enflasyonun İki Yüzü: Resmi Rakamlar Gerçek Hayatı Yansıtıyor mu?
Ekonomik tartışmaların merkezinde yer alan enflasyon, Türkiye'de iki farklı yüzdeyle ifade ediliyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile bağımsız Enflasyon Araştırma Grubu'nun (ENAG) hesaplamaları arasındaki fark, resmi veriler ile vatandaşın yaşadığı gerçeklik arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor.
Temmuz 2025 verilerine göre durum şöyle:
TÜİK Yıllık Enflasyon: %33,52
ENAG Yıllık Enflasyon: %65,15
ENAG'ın hesapladığı hissedilen enflasyon, resmi rakamın neredeyse iki katıdır. Bu, sadece teknik bir istatistik ayrımından ibaret değil. Bu uyuşmazlık, memur ve emekli maaş zamlarından kira artış oranlarına, toplu sözleşme pazarlıklarından halkın devlete olan güvenine kadar geniş bir yelpazeyi doğrudan etkiliyor. Milyonlarca insan için bu rakamlar, ay sonunu getirip getirememenin matematiksel karşılığı anlamına geliyor. Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu'nun da belirttiği gibi, asıl enflasyon rakamlarla değil, hayatın içinde yaşanıyor.
Gerçek enflasyon sofralarda, pazarlarda, halkın cebinde yaşanıyor!
2. Gelir Eşitsizliğinde Avrupa Şampiyonu
Türkiye, maalesef gelir eşitsizliğinde Avrupa'daki en kötü tabloya sahip ülke konumunda. DİSK/Genel-İş'in Eurostat verilerine dayanarak hazırladığı rapora göre, zengin ile yoksul arasındaki makas, kıtadaki diğer tüm ülkelerden daha fazla açılmış durumda. Bu durumu iki temel gösterge net bir şekilde ortaya koyuyor:
Gini Katsayısı: Gini katsayısını bir ülkenin gelir pastasının ne kadar adil paylaşıldığını gösteren bir ölçü olarak düşünün. 0, pastanın herkese eşit dilimler halinde dağıtıldığı, 1 ise tek bir kişinin bütün pastayı aldığı bir dünyayı temsil eder. Türkiye'nin 0,461'lik skoru, pastanın büyük dilimlerinin çok küçük bir azınlığa gittiğini, geriye kalanlara ise kırıntıların bırakıldığını gösteriyor. Avrupa Birliği (AB) ortalaması ise 0,344.

S80/S20 Oranı: Bu oran, toplumun en zengin %20'lik kesiminin geliri ile en yoksul %20'lik kesiminin geliri arasındaki farkı gösterir. Türkiye'de en zengin kesim, en yoksul kesimden tam 9,06 kat daha fazla kazanıyor. Bu oran, 4,66 olan AB ortalamasının neredeyse iki katı. Avrupa'da bu oranın en yüksek olduğu ikinci ülke olan Bulgaristan'da bile bu fark 6,96 seviyesindeyken, Türkiye'deki 9,06'lık oran, eşitsizliğin ne denli yapısal bir sorun haline geldiğini kanıtlıyor.
Bu rakamlar, yaratılan ulusal gelirin toplumun geneline adil bir şekilde yayılmadığını, servetin küçük bir grupta toplandığını ve sosyal adaletin ciddi şekilde zedelendiğini gösteriyor.
3. Çalışmanın Yoksulluktan Kurtaramadığı Anlar: Asgari Ücret Açlık Sınırının Altında
Türkiye'de bir işe sahip olmak, yoksulluktan kurtulmak için artık yeterli değil. "Çalışan yoksulluğu" olarak adlandırılan bu acı gerçeklik, milyonlarca emekçinin temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığı bir düzeni işaret ediyor. DİSK/Genel-İş raporuna göre, Türkiye'de çalışanların %10,7'si yoksul sayılıyor ve bu oran %8,2 olan AB ortalamasının üzerinde.
Bu durumu en çarpıcı şekilde özetleyen ise asgari ücret ile açlık sınırı arasındaki karşılaştırmadır. Ağustos 2025 verileri, tablonun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor:
Açlık Sınırı (4 kişilik ailenin aylık gıda masrafı): 26.149 TL
Asgari Ücret (Net): 22.104 TL
Bu, asgari ücretle geçinmeye çalışan bir ailenin, daha faturaları, kirayı veya tek bir okul masrafını bile düşünmeden, sadece mutfak masraflarını karşılamak için her ay 4.045 TL daha bulması gerektiği anlamına geliyor.

Açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki fark bile bu kadar çarpıcıyken, DİSK/Genel-İş'in aynı ay için hesapladığı ve bir ailenin insanca yaşaması için gereken yoksulluk sınırı olan 90.450 TL, asgari ücretin dört katından fazladır. Bu, milyonların hayatta kalma ve insanca yaşama arasındaki devasa uçurumu ortaya koymaktadır. 558 Euro'ya denk gelen asgari ücret, Türkiye'yi Avrupa'da bu alanda en alt sıralara yerleştiriyor.
4. Krizin En Ağır Bedeli: Her 10 Çocuktan 4’ü Risk Altında
Ekonomik krizlerin ve yoksulluğun en ağır faturasını her zaman en savunmasız olanlar, yani çocuklar ödüyor. DİSK/Genel-İş raporundaki veriler, Türkiye'nin geleceği adına endişe verici bir tablo çiziyor: Ülkemizde çocukların %38,9'u, yani neredeyse her 10 çocuktan 4'ü, yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında.
Bu rakamlar yalnızca bugünün birer istatistiği değil, ülkenin gelecekteki beşeri sermayesine, sosyal istikrarına ve ekonomik potansiyeline vurulmuş birer ipotektir. Bu oran, çocukların yeterli beslenememesi, nitelikli sağlık ve eğitim hizmetlerinden mahrum kalması ve gelecek potansiyellerinin körelmesi anlamına geliyor. Bu durumun bir diğer boyutu ise cinsiyet eşitsizliğidir. Kadınlar, erkeklere göre daha yüksek bir yoksulluk riskiyle karşı karşıya. Kadınlar için yoksulluk veya sosyal dışlanma riski %31,5 iken, bu oran erkeklerde %27,1 seviyesinde.

5. Bütçelerin Patladığı Yıl: Hanehalkı Harcamaları Bir Yılda İkiye Katlandı
Yüksek enflasyonun aile bütçelerini nasıl altüst ettiğini gösteren en somut verilerden biri, hanehalkı tüketim harcamalarındaki artıştır. DİSK/Genel-İş'in TÜİK verilerinden yaptığı analize göre, Türkiye'de aylık ortalama hanehalkı tüketim harcaması sadece bir yıl içinde neredeyse ikiye katlandı. Rakamlar şöyle:
2023 Ortalama Aylık Harcama: 24.383 TL
2024 Ortalama Aylık Harcama: 45.344 TL
Bu devasa artış, alım gücünün nasıl eridiğini ve ailelerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için dahi ne kadar zorlandığını ortaya koyuyor. Bütçenin en büyük iki kalemi ise barınma ve ulaşım. Konut ve kira harcamaları bütçenin %26'sını, ulaştırma ise %21,6'sını oluşturuyor. Başka bir deyişle, ortalama bir hane, gelirinin neredeyse yarısını (%47,6) daha tek bir lokma gıda, bir fatura veya bir eğitim masrafı yapmadan sadece barınma ve işe gidip gelme gibi iki temel zorunluluğa harcamak zorunda kalıyor.
Rakamların Ötesindeki Soru
Bu beş gerçek, Türkiye'deki ekonomik tablonun sadece anlık fiyat artışlarından ibaret olmadığını; derinlerde yatan yapısal gelir adaletsizliği, nesiller arası yoksulluk ve sosyal dışlanma gibi kronik sorunları barındırdığını gösteriyor. Rakamlar, milyonlarca insanın sessiz çığlığını ve adil bir yaşam mücadelesini anlatıyor.
Bu rakamlar, sadece ekonomik bir tablonun ötesinde, toplumsal bir sorunu işaret ediyor. Peki, bu döngüyü kırmak ve daha adil bir gelecek inşa etmek için nereden başlamalıyız?








Yorumlar