Türkiye'nin Ormanlarına Yönelik Gerçek Tehdit Hangisi? Madenler, Yangınlar ve Enerji Projeleri
- EE Admin
- 12 saat önce
- 3 dakikada okunur

Her yaz ekranlarda aynı manzarayı görüyoruz: Alev alev yanan ormanlar, dumanların altında kalan yemyeşil ağaçlar ve bir anda yok olan hayatlar. Orman yangınları, ani ve dramatik yıkımlarıyla kamuoyunun dikkatini çekiyor, yüreğimizi yakıyor. Peki ya gözden kaçırdığımız, daha sessiz ve daha kalıcı bir tehlike varsa? Gelin, Türkiye'nin ormanlarına yönelik en büyük tehdidin gerçekten hangisi olduğunu, veriler ışığında inceleyelim.
Yangınlar: Gözümüzün Önünde Yok Olan Canlılık
Yangınlar, şüphesiz ormanlar için korkutucu bir tehdit. Özellikle 2021 yılı, bu gerçeği en çarpıcı şekilde yüzümüze vurdu. O yıl çıkan 1,329 yangında 139,416 hektarlık alan kül oldu. Bu rakam, önceki dokuz yılda yanan toplam alanın bile çok üzerindeydi. Yangınlar, sadece ağaçları yakmakla kalmıyor, toprağın fiziksel ve kimyasal yapısını da değiştiriyor. Yüzeyi adeta pişirip sertleştiriyor, su tutma kapasitesini düşürerek erozyon riskini artırıyor.
Ama hikaye burada bitmiyor. Yangınların etkisi, karasal ekosistemle de sınırlı değil. Yanma sonucu oluşan "karbon karası" ve demir gibi maddeler, yağışlarla ve nehirlerle denizlere taşınabiliyor. Bu elementler, denizdeki fitoplankton adı verilen mikroskobik canlılar için gübre görevi görerek popülasyonlarında aşırı artışa neden oluyor. Bu artış, denizin oksijenini tüketerek toplu canlı ölümlerine yol açabiliyor.

Maden ve Enerji Projeleri: Sessiz ve Kalıcı Bir Yıkım
Yangınlar kadar manşetlere çıkmasa da, madencilik ve enerji projeleri ormanlarımıza yönelik en büyük kronik tehdit. Bir düşünün: 2002-2022 yılları arasında orman yangınlarında toplam 95,905 hektarlık orman alanı yanarken, sadece 2012-2022 arasında madencilik için 109,884 hektarlık alan tahsis edildi. Yani, 10 yılda madencilik için yasal olarak tahrip edilen alan, yangınlarda kaybedilenden daha fazla. Bu, yangınların dramatik görünürlüğünün aksine, yasal izinlerle gerçekleşen sessiz, sürekli ve geri döndürülemez bir yok oluşu işaret ediyor.
Madencilik, bir alanı sadece yok etmekle kalmıyor, aynı zamanda toprağın yapısını kalıcı olarak bozuyor. Açık maden ocakları, araziyi adeta "ay yüzeyi kraterine" dönüştürüyor ve su kaynaklarını zehirliyor. Özellikle altın madenciliği gibi siyanür ve ağır metallerin kullanıldığı operasyonlar, toprağı ve suyu zehirleyerek hem ekosistemi hem de insan sağlığını tehdit ediyor. İliç'teki maden felaketi, bu tehlikenin ne kadar somut olduğunu bir kez daha gösterdi.

Enerjiye Giden Yolda Feda Edilen Ormanlar
"Sürdürülebilir enerji" projeleri bile ormanlarımız için bir tehdit oluşturabiliyor. 2011'den bu yana enerji sektörü için toplam 160,000 hektar ormanlık alan için 16 binden fazla izin verilmiş.
Elektrik iletim hatları, 159,793 hektarlık alanla en büyük tahsise sahip.
Hidroelektrik santraller (HES) ve barajlar için 27,120 hektar tahsis edilmiş.
Rüzgar enerjisi santralleri (RES) projelerinin kullanılan toplam alanının yüzde 58'i orman arazisi.
Bu projelerin her birinin farklı çevresel etkileri var: HES'ler dere yataklarını bozuyor, RES'ler kuş ölümlerine neden olabiliyor, termik santraller ise doğrudan ormanları yok ederek karbondioksit, kükürt oksit ve azot oksit gibi zehirli gazları atmosfere salıyor. Buradaki en büyük paradoks ise, iklim değişikliğiyle mücadelede bir çözüm olarak sunulan yenilenebilir enerji projelerinin, aslında iklimin en güçlü savunucularından biri olan ormanları yok etmesidir.

Peki En Büyük Tehdit Hangisi?
Aslında bu sorunun tek bir cevabı yok. Yangınlar, bir anda ve büyük bir güçle gelen, dramatik ve yıkıcı bir tehdit. Yangın sonrası ormanlar, kendilerini kısmen de olsa yenileme potansiyeline sahip. Ancak maden ve enerji projeleri, yasal izinler altında gerçekleşen, sessizce ilerleyen ve ekosistemde geri döndürülemez, kalıcı bir tahribat yaratan tehditlerdir.
Belki de en büyük tehdit, yangınların yarattığı göz yanılgısıdır. Yangınların medyatik doğası, kamuoyunun tüm dikkatini onlara yönlendirirken, yasal kılıfa uydurulmuş, daha büyük ve kalıcı orman kayıplarının fark edilmesini engelliyor. Bu nedenle, ormanlarımızı korumak için sadece yangınlarla mücadele etmek yetmez. Ekonomik kararlar alınırken ormanlarımızın ekolojik değerini birinci sıraya koyan, bütüncül ve entegre bir çevre politikası şart. Yoksa dumansız yangınlar, ormanlarımızı sessizce yok etmeye devam edecektir.
Yorumlar