top of page

Türkiye'de Kadın Hakları Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Çarpıcı Gerçek

Türkiye'de Kadın Hakları Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Çarpıcı Gerçek

Türkiye'de kadınların seçme ve seçilme hakkını pek çok Avrupa ülkesinden önce kazandığını duymuşsunuzdur. Gurur verici bu bilgi, genellikle Cumhuriyet'in ilerici vizyonunun bir kanıtı olarak sunulur ve hikaye burada biter. Ancak bu, buzdağının sadece görünen kısmıdır. Tarihin sayfalarını araladığımızda, bu hakların bir "hediye" olmaktan çok, unutulmuş mücadelelerin, derin felsefi temellerin ve hatta hareketin kendi içindeki fikir ayrılıklarının bir sonucu olduğunu görürüz. Hikaye, basit bir takvim karşılaştırmasından çok daha katmanlı, çok daha ilginç ve ilham vericidir. İşte Türkiye'deki kadın hakları tarihinin genellikle gözden kaçan beş çarpıcı gerçeği.


1. Takvim Yapraklarındaki Şaşırtıcı Öncülük: Haklar Birçok Batı Ülkesinden Önce Tanındı


Türkiye'de kadınların tam siyasi haklarına kavuştuğu tarih 5 Aralık 1934'tür. Bu tarihin kendi dönemi için ne kadar devrimci bir adım olduğunu anlamak için, modernliğin beşiği olarak görülen bazı Avrupa ülkelerinin takvimlerine bakmak yeterlidir. Türkiye'nin bu adımı attığı yıllarda, dünyanın pek çok yerinde kadınlar hâlâ siyasi arenanın dışındaydı.

Bu öncülüğü daha net görebilmek için kısa bir karşılaştırma yapmakta fayda var:


  • Fransa: 1944

  • İtalya: 1945

  • Belçika: 1960

  • İsviçre: 1974


Bu liste, Cumhuriyet'in kurucu iradesinin, kadınların toplumsal ve siyasi hayattaki yerini çağının çok ötesinde bir vizyonla tanımladığını açıkça ortaya koymaktadır. Ancak bu vizyon, boşlukta doğmamıştır.


Türkiye'de Kadın Hakları Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Çarpıcı Gerçek

2. Bir "Hediye" Değil, Bir Mücadelenin Sonucu: Kadınlar Halk Fırkası'nın Unutulan Hikayesi


Resmi söylemde sıkça "kadın haklarının verildiği" ifade edilse de, bu haklar aslında Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren filizlenen bir kadın hareketinin ve ısrarlı taleplerin bir ürünüdür. Mücadelenin en somut adımlarından biri, Cumhuriyet'in ilanından sadece birkaç ay önce, Haziran 1923'te atılmıştır.


Nezihe Muhiddin önderliğindeki bir grup aydın kadın, siyasi hak taleplerini örgütlü bir güce dönüştürmek amacıyla Kadınlar Halk Fırkası'nı (KHF) kurdu. Amaçları, ülkenin siyasi geleceğinde söz sahibi olmaktı. Ancak, hâlâ yürürlükte olan 1909 Seçim Kanunu kadınların parti kurmasına izin vermediği için bu girişimleri engellendi. Fırka kurma talepleri reddedilen kadınlar, mücadelelerinden vazgeçmeyerek yollarına Türk Kadınlar Birliği adıyla bir dernek olarak devam ettiler. Bu ret kararı, hakların yalnızca ‘verilmediğinin’ değil, aynı zamanda siyasi erkin bu talepleri nasıl kontrol altında tutmak istediğinin de altını çizen, tarihin unutulmuş bir dönüm noktasıdır.


3. Sadece Oy Hakkı Değil, Toplumsal Bir Devrim: 1926 Medeni Kanunu


Kadın hakları denince akla ilk olarak 1934'teki siyasi haklar gelse de, kadınların gündelik hayatını ve toplumsal statüsünü kökten değiştiren en temel devrim, bundan sekiz yıl önce, 1926'da kabul edilen Medeni Kanun'dur. Bu yasa, kadını erkeğin bir uzantısı olarak gören yüzyıllık toplumsal yapıyı yıkarak onu hukukun önünde eşit bir birey olarak tanımlamıştır.


Medeni Kanun'un getirdiği üç temel ve devrimci değişiklik şunlardı:


  • Çok Eşliliğin Yasaklanması: Erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine olanak tanıyan yasal düzenleme kaldırıldı ve tek eşlilik esası getirildi.

  • Kadınlara Boşanma Hakkı: Boşanma hakkı sadece erkeğe ait bir ayrıcalık olmaktan çıkarıldı ve kadınlara da eşit koşullarda boşanma hakkı tanındı.

  • Mirasta Eşitlik: Kız ve erkek çocukların mirastan eşit pay alması güvence altına alındı, böylece kadının mülkiyet hakkı yasal olarak pekiştirildi.


Bu kanun, kadını bir birey olarak tanıması ve ailenin temelini eşitlik üzerine kurmasıyla, siyasi haklara giden yoldaki en önemli toplumsal ve hukuki adımı oluşturmuştur. Bu yasal devrimler, tekil reformlar olmanın ötesinde, toplumun geleceğine dair köklü bir felsefenin somut adımlarıydı.


4. Atatürk'ün Felsefesi: "Bir Cismin Yarısı Toprağa Zincirliyken, Diğer Kısmı Göklere Yükselemez"


Cumhuriyet reformlarının arkasında sadece pragmatik bir modernleşme arzusu değil, aynı zamanda derin bir felsefi vizyon yatıyordu. Mustafa Kemal Atatürk için kadın hakları, bir toplumu topyekûn kalkındırmanın ve zayıflıktan kurtarmanın vazgeçilmez bir koşuluydu. Bu bakış açısı, onun kadın meselesini bir "insanlık meselesi" olarak gördüğünü ortaya koyar.


Bu felsefeyi en güçlü şekilde yansıtan sözü şöyledir:

Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?


Türkiye'de Kadın Hakları Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Çarpıcı Gerçek

Bu vizyon, kadın ve erkeği sadece bir bütünün iki parçası olarak değil, kaderleri birbirine bağlı bir organizma olarak görür. Atatürk'e göre, yarısı toprağa zincirlenmiş bir toplumun diğer yarısının göklere yükselmesi, yani topyekûn ilerlemesi ve medeniyete ulaşması imkânsızdı. Bu, sadece bir hak teslimi değil, aynı zamanda bir ulusun potansiyelini tam olarak kullanabilmesi için atılmış stratejik ve felsefi bir adımdı.


5. Hareketin İçindeki Çatlak: Herkes Aynı Fikirde Değildi


Kadın hakları mücadelesinin tek sesli ve homojen bir yapı olduğunu düşünmek yanıltıcı olur. Tıpkı diğer toplumsal hareketlerde olduğu gibi, Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki kadın hareketi içinde de farklı yaklaşımlar ve hatta derin fikir ayrılıkları mevcuttu. Bu durum, tarihin karmaşık ve çok katmanlı yapısını gösteren en çarpıcı örneklerden biridir.


Dönemin önde gelen kadın liderleri arasında iki ana görüş belirginleşmişti:


  • Radikal ve Talepkar Yaklaşım: Nezihe Muhiddin ve liderliğini yaptığı Türk Kadınlar Birliği (TKB), kadın haklarının bir lütuf olarak beklenemeyeceğini, siyasi mücadele yoluyla aktif olarak talep edilmesi gerektiğini savunuyordu. Onlar için siyasi haklar, eşitliğin ön koşuluydu.


  • Ilımlı ve Eğitimi Önceliklendiren Yaklaşım: İlk kadın vekillerden ve dönemin önemli eğitimcilerinden olan Nakiye Elgün ise farklı bir noktada duruyordu. Elgün'e göre kadın meselesi, öncelikle bir "eğitim sorunuydu". Kadınlar yeterli eğitim seviyesine ulaştığında, siyasi haklar bir mücadeleye gerek kalmadan, zamanı gelince hükümet tarafından zaten verilecekti. Bu yaklaşım, rejime daha yakın ve çatışmadan uzak duran bir pozisyonu temsil ediyordu. Öyle ki Elgün, çok eşlilik gibi bir sorunun bile yasalardan önce bir ‘eğitim meselesi’ olduğunu ve zamanla çözüleceğini savunuyordu.


Türkiye'de Kadın Hakları Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Çarpıcı Gerçek

Bu fikir ayrılığı, yalnızca bir strateji farkı değil, aynı zamanda Kemalist modernleşme projesinin kendi sınırları dahilinde ‘makbul’ kadın figürünü nasıl tanımladığını ve bu çerçevenin dışında kalan talepleri nasıl dışladığını gösteren tarihsel bir kesittir.


Bu beş nokta, Türkiye'deki kadın hakları tarihinin genellikle bilinenden çok daha zengin, mücadeleci ve ilham verici olduğunu gösteriyor. Bu tarih, sadece takvim yapraklarındaki bir öncülükten ibaret değil; örgütlü bir talebin, köklü bir toplumsal devrimin, derin bir felsefenin ve kendi içindeki dinamik tartışmaların bir toplamıdır.


Ne var ki, bu parlak mirasın üzerine düşen bir gölge de var: Türkiye'nin günümüzde kadına yönelik şiddette OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer alması, kazanılan haklara rağmen mücadelenin bitmediğini acı bir şekilde hatırlatıyor.

Bu durum bizi şu temel soruyla baş başa bırakıyor: Peki, bu öncü devrimlerin ve karmaşık mücadelelerin mirası, günümüzün eşitlik arayışında bize nasıl bir yol haritası sunuyor?



bottom of page