top of page

17 Ağustos'tan 6 Şubat'a: Unutulan Dersler, Tekrarlanan Acılar

17 Ağustos'tan 6 Şubat'a: Unutulan Dersler, Tekrarlanan Acılar


Türkiye, 17 Ağustos 1999'da yaşadığı büyük Marmara Depremi'nin derin izlerini hala taşıyor. Resmi kayıtlara göre 17.480 kişinin hayatını kaybettiği, 48.901 kişinin yaralandığı bu felaket, yalnızca bir doğal afet değil, aynı zamanda ülkenin yapısal sorunlarını gözler önüne seren bir dönüm noktası oldu. Ancak, aradan geçen 26 yıl ve 6 Şubat 2023'te yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremler, bu derslerden ne kadar pay çıkardığımızı acı bir şekilde sorgulamamıza neden oluyor.



17 Ağustos 1999, saat 03:02'de merkez üssü Kocaeli'nin Gölcük ilçesi olan ve Kandilli Rasathanesi'ne göre 7.4 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. Yüzey dalgası büyüklüğü ise USGS tarafından 7.6 olarak ölçüldü. Deprem, İstanbul, Sakarya ve Yalova başta olmak üzere geniş bir Marmara Bölgesi'nde yıkıma yol açtı. Resmi raporlara göre 285.211 ev ve 42.902 iş yeri hasar gördü.


Deprem, sadece bir sarsıntıdan ibaret değildi. Yanlış yapılaşma, denetimsizlik ve zemin etüdü yapılmayan arazilere kurulan binalar, binlerce insanın tabutu haline geldi. Bu felaket, Türkiye'nin deprem kuşağında yer almasına rağmen, depreme hazırlıksız olduğunu ve mevcut yapı stoğunun ne kadar riskli olduğunu gösterdi.


17 Ağustos'tan Sonra Ne Yaptık? Deprem Dersleri ve 6 Şubat Gerçeği


17 Ağustos'un ardından, "Deprem değil, binalar öldürür" sloganı dillerden düşmedi. Devlet, bu acıdan ders alarak önemli yasal düzenlemeler yaptı. Yapı Denetim Yasası çıkarıldı, AFAD kuruldu ve kentsel dönüşüm projeleri gündeme geldi. Ancak tüm bu adımlara rağmen, 6 Şubat 2023'te yaşanan Kahramanmaraş depremleri, adeta 1999'da kaldığımız yerden devam ettiğimizin bir kanıtı oldu.


6 Şubat'ta 11 ilde 50 binden fazla insanımızı kaybettik. 1999'dan sonraki en büyük felaket olan bu deprem, özellikle 2000 sonrası yapılan, yeni yönetmeliklere uygun olduğu varsayılan binaların bile nasıl yıkıldığını gösterdi. Bu durum, kağıt üzerinde yapılan düzenlemelerin yeterli olmadığını, denetim mekanizmasının işlemediğini ve ranta dayalı imar politikalarının can almaya devam ettiğini ortaya koydu.



17 Ağustos'tan 6 Şubat'a: Unutulan Dersler, Tekrarlanan Acılar


Deprem Vergileri, İmar Afları ve Kızılay Skandalı


Depremden sonra en çok tartışılan konulardan biri de deprem vergileri oldu. 1999 depreminin ekonomik yaralarını sarmak amacıyla getirilen ve halk arasında "deprem vergisi" olarak bilinen Özel İletişim Vergisi (ÖİV) kalıcı hale getirildi. Vergi uzmanı Ozan Bingöl'e göre, 1999'dan 2022'ye kadar bu vergiden dolar bazında yaklaşık 40 milyar dolar toplandı. Bu devasa meblağın nereye harcandığı ise hala net bir şekilde açıklanabilmiş değil.


Bir diğer büyük tehlike ise imar afları. 1984'ten bu yana çıkarılan çok sayıda imar affı, kaçak ve mühendislik hizmeti almamış yapılara adeta af getirerek, can güvenliğini riske attı. Son olarak 2018'deki imar affından 8 milyon 900 binden fazla kişinin yararlandığı açıklandı. Bu affın, 6 Şubat depremlerindeki yıkımda payı olduğu uzmanlarca sıkça dile getiriliyor.


Yardım ve dayanışma sembolü olan Kızılay da 6 Şubat depremleri sırasında kamuoyunda büyük tepki çeken olaylarla anıldı. Depremin ilk günlerinde kan ve çadır satışları gibi iddialar, Kızılay'ın imajını ciddi şekilde zedeledi. Özellikle afet anında en temel ihtiyaç olan çadırların Ahbap gibi sivil toplum kuruluşlarına satılması, yardım kuruluşunun işlevini ve güvenilirliğini sorgulattı.


Deprem Toplanma Alanları ve Bilim İnsanlarının Göz Ardı Edilen Uyarıları


Afet yönetimi ve hazırlığında en temel unsurlardan biri olan deprem toplanma alanları, ne yazık ki 1999 depreminden sonra hızla imara açıldı. İstanbul'da deprem sonrası belirlenen 496 toplanma alanının, bugün yalnızca yüzde 10'undan azının afet toplanma alanı olarak kaldığı biliniyor. (Kaynak: İstanbul Planlama Ajansı raporları) Bu alanların AVM, rezidans veya iş merkezine dönüşmesi, olası bir afet anında halkın güvenli şekilde bir araya gelebileceği yerleri yok etti.


Benzer şekilde, bilim insanlarının uyarıları da sıklıkla görmezden gelindi. Yıllardır özellikle İstanbul'da beklenen büyük deprem için verilen alarm niteliğindeki açıklamalar, somut ve kapsamlı bir hazırlık planına dönüştürülmedi. Sismologların ve jeologların defalarca belirttiği fay hatları ve zemin riskleri, siyasi ve ekonomik önceliklerin gölgesinde kaldı.





Psikolojik Travma ve Yetersiz Destek Mekanizmaları


Depremlerin yarattığı yıkım sadece fiziksel değil, aynı zamanda derin bir psikolojik travma da yarattı. 6 Şubat depremlerinden sonra binlerce insan travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) yaşadı veya yakınlarını kaybetmenin acısıyla baş başa kaldı. Ancak, afet sonrası sunulan psikolojik destek hizmetleri, bu devasa ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktı. Yeterli sayıda uzman psikolog ve psikiyatristin olmaması, travma yaşayan insanlara erişimin zorluğu ve uzun vadeli destek programlarının yetersizliği, toplumun ruh sağlığına yönelik büyük bir risk oluşturdu.


Rant Politikaları ve Geleceğe Bakış


Ne yazık ki, deprem gerçeği Türkiye'de uzun süredir ranta dayalı politikaların bir aracı haline gelmiştir. "Rantsal dönüşüm" olarak adlandırılan bu süreçte, deprem riski bahane edilerek kent merkezlerindeki değerli arsalar yüksek katlı ve lüks konut projelerine dönüştürülüyor. Bu durum, hem sosyal adaletsizliği derinleştiriyor hem de kentlerin silüetini ve kimliğini bozuyor.


Depremlerin ardından toplanan vergiler ve yardım fonları, amacına uygun kullanılmadığında halkın güvenini sarsar. Bu durum, gelecekteki olası felaketlerde dayanışma ruhunun zedelenmesine yol açabilir. Unutmamalıyız ki, halkın can güvenliği ve refahı, her türlü siyasi ve ekonomik kaygının önünde gelmelidir. Deprem, kaderimiz değil, alınmayan önlemlerin ve yanlış politikaların bir sonucudur.


Geçmişten ders alarak, bilime ve liyakate dayalı bir anlayışla hareket etmediğimiz sürece, maalesef Türkiye'nin deprem gerçeği, her an yeni acılara gebe kalmaya devam edecektir.



Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page