top of page

İstanbul'un Kedileri Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Şaşırtıcı Gerçek

İstanbul'un Kedileri Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Şaşırtıcı Gerçek

İstanbul denince akla gelen simgelerden biri, şüphesiz kedilerdir. Şehrin sokaklarında, tarihi binaların gölgesinde, dükkanların önünde ya da bir vapur güvertesinde uyuklayan kedi imgesi, hem İstanbullular hem de ziyaretçiler için son derece tanıdık bir manzaradır. Ancak bu sıradan gibi görünen tablonun ardında, pek az kişinin bildiği derin bir tarihi, hukuki ve kültürel miras yatar. Kediler, bu şehrin sadece sevimli sakinleri değil, aynı zamanda kökleri yüzyıllar öncesine dayanan bir geleneğin yaşayan temsilcileridir.


Yazar Gündüz Vassaf bu durumu şöyle özetler:

İstanbul, Kahire ve İskenderiye, dünyada kedilerin şehri diyebileceğimiz üç şehirdir. Bilhassa İstanbul,

Gelin, bu tanıdık manzaranın perdesini aralayalım ve İstanbul kedilerini şehrin yaşayan bir mirası haline getiren şaşırtıcı gerçekleri birlikte keşfedelim.



1. Hayvan Hakları Yüzyıllar Öncesine Dayanıyor


Günümüzde hayvan hakları modern bir kavram gibi algılansa da, İstanbul'un bu konudaki geçmişi şaşırtıcı derecede eskidir. Osmanlı İmparatorluğu, hayvan haklarına dair yasal düzenlemelerin yapıldığı ilk devletlerden biri olarak öne çıkar. Daha 16. yüzyılda hazırlanan kanunnamelerde, yaşlı hayvanların, özellikle de atların, ağır işlerde çalıştırılması kesin bir dille yasaklanmıştı. Bu sevginin temelinde sadece merhamet değil, aynı zamanda pratik bir zorunluluk da yatıyordu. O dönemde evlerin büyük çoğunluğunun ahşap olması, fare ve diğer haşerelerin çoğalmasına zemin hazırlıyordu; bu da kedilerin varlığını şehrin sağlığı için bir zorunluluk haline getiriyordu. Dolayısıyla bu ileri görüşlü yasal yaklaşım, şehrin hayvanlara olan sevgisinin anlık bir heves değil, kökleri hem toplumsal vicdana hem de pratik bir simbiyotik ilişkiye dayanan köklü bir gelenek olduğunun en somut kanıtlarından birini sunar.


İstanbul'un Kedileri Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Şaşırtıcı Gerçek

2. Kedilerin Resmi Bakıcıları ve Hatta Miras Hakları Vardı


Osmanlı döneminde sokak hayvanlarına gösterilen merhamet, sadece bireysel çabalarla sınırlı kalmamış, kurumsal bir yapıya bürünmüştü. Sokak hayvanlarının bakımı ve beslenmesi için özel vakıflar kurulmuştu. Bu vakıflarda görevli olan ve "Mancacı" olarak bilinen kişiler, düzenli olarak hayvanları beslemekle sorumluydu. Bu sistem, günümüzdeki belediye hizmetlerinin ve gönüllü çalışmaların tarihi bir öncüsü sayılabilir. Konuyu daha da etkileyici kılan bir örnek ise Koca Mustafa Paşa'nın vasiyetidir. Paşa, Şeyh Evhadüddin Tekkesi'ndeki kedilerin beslenmesi için Şeyhülislam Ebussuud Efendi'ye danışarak, günde iki sırık ciğer verilmesini mirasında belirtmiştir. Bu detay, o dönemdeki toplumsal merhametin ve hayvanlara verilen değerin ne kadar somut olduğunu gözler önüne serer. Bu kurumsal merhamet geleneği, yüzlerce yıl sonra modern Cumhuriyet yasalarında farklı bir formda da olsa yankısını bulacaktı.


3. Yasal Olarak "Mal" Değil, "Can" Olarak Tanınıyorlar


Osmanlı'dan gelen bu derin miras, modern Türkiye Cumhuriyeti'nin yasalarına da yansımıştır. 2021 yılında yapılan önemli bir kanun değişikliği ile hayvanlar hukuki olarak "eşya/mal" statüsünden çıkarılarak "canlı" statüsüne kavuşturulmuştur. Bu devrim niteliğindeki değişiklik, hayvanlara karşı işlenen suçlara verilen cezaları da önemli ölçüde artırmıştır; hayvanlara eziyet eden veya onları kasten öldüren kişilere 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Bu yasa, Osmanlı'nın vakıflar ve kanunnameler aracılığıyla hayata geçirdiği 'koruma' ahlakını, 21. yüzyılın hukuk diline tercüme ederek, hayvana bireysel bir 'hak' öznesi olarak değer atfetmiştir. Yani gelenek, modern bir hak kavramına evrilmiştir.


İstanbul'un Kedileri Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Şaşırtıcı Gerçek

4. Onlar Başıboş Değil, Şehrin Ortaklaşa Sahiplenilmiş Sakinleri


Tahminler 125 binden bir milyona kadar geniş bir yelpazeye yayılsa da, İstanbul'un yüz binlerce kediye ev sahipliği yaptığı bir gerçek. Ancak bu hayvanlar, birçok vatandaş tarafından "başıboş" olarak değil, "ortaklaşa sahiplenilen evcil hayvanlar" olarak görülmektedir. Mahalle sakinlerinin evlerinin ve dükkanlarının önüne mama ve su kapları koyması, kışın soğuktan korunmaları için küçük kedi evleri yapması, toplumsal dokuya işlemiş bir ritüeldir. Bu modern ve gayriresmi sahiplenme, aslında Osmanlı'daki kurumsal "Mancacılık" sisteminin günümüzdeki toplumsal bir yansımasıdır. Buna ek olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin şehrin çeşitli noktalarına yerleştirdiği mama otomatları, bu ortaklaşa bakım ahlakını desteklemektedir. Tüm bu örnekler, kedilerin şehir hayatına ne kadar entegre olduğunun ve sadece tolere edilmekle kalmayıp, toplum tarafından aktif olarak korunduklarının altını çizer.


5. Bazıları Heykeli Dikilen Uluslararası Ünlüler


Bu toplumsal sahiplenme öylesine derindir ki, bazı kediler sıradan bir hayvan olmaktan çıkıp şehrin ikonik figürlerine dönüşmüştür. İstanbul'un kedileri sadece yerel bir fenomen değildir; bazıları uluslararası bir üne kavuşarak şehrin kültür ikonları haline gelmiştir. Bu durumun en bilinen iki örneği Tombili ve Gli'dir:


  • Tombili: Ziverbey'in kaldırımına adeta şehrin yorgunluğunu ve bilgeliğini taşırcasına uzanan o meşhur pozuyla bir internet fenomenine dönüşen Tombili, ölümünün ardından mahalle sakinlerinin talebiyle heykelinin dikilmesiyle ölümsüzleşti.


İstanbul'un Kedileri Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Şaşırtıcı Gerçek
  • Gli: Yıllarca Ayasofya'da yaşadı ve buranın adeta bekçisi oldu. Hem yerli hem de yabancı ziyaretçilerin büyük ilgisini çeken Gli, Ayasofya'nın sembollerinden biri olarak hafızalara kazındı.


Bu örnekler, kedilerin İstanbul kültüründe nasıl birer birey ve sembol olarak görülebildiğini, sıradan bir hayvandan çok daha fazlası olduklarını kanıtlamaktadır.


Bir Mirası Yaşatmak


Anlatılan bu beş nokta; yüzyıllar öncesine dayanan yasal koruma, kurumsal bakım gelenekleri, modern hukuki statü, eşsiz bir toplumsal sahiplenme ve kültürel ikonlaşma, İstanbul'un kedilerle olan ilişkisinin sadece bugüne ait bir sevimlilikten ibaret olmadığını göstermektedir. Bu, kökleri tarihin derinliklerine uzanan, yaşayan ve nefes alan bir kültürel mirastır. Bir dahaki sefere bir İstanbul sokağında gözünüze bir kedi iliştiğinde, onun bakışlarında hem Osmanlı'dan miras kalan bir merhamet ahlakının hem de modern metropolün karmaşasına direnen bir ortak yaşam kültürünün izlerini görebilirsiniz.


Peki, bu yaşayan mirası geleceğe taşırken, şehirle kurduğumuz bu benzersiz sözleşmeyi korumak için birey olarak sorumluluğumuz nerede başlıyor?



Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page