top of page

Jane Goodall: Diplomasız Bir Sekreter Bilimi Nasıl Sarstı?

Jane Goodall: Diplomasız Bir Sekreter Bilimi Nasıl Sarstı?

Jane Goodall denildiğinde gözümüzde genellikle sakin, nazik bir doğa aşığı canlanır; yıllarını Tanzanya'nın Gombe ormanlarında, en yakın dostları olan şempanzelerle geçiren o ikonik figür. Ancak bu popüler imajın ardında, bilimin en katı kurallarını yıkan, "insan" kelimesinin tanımını yeniden yazdıran ve hepimize umudun ne anlama geldiğini yeniden öğreten, çok daha şaşırtıcı ve katmanlı bir hikaye yatar. Bu yazı, o tanıdık yüzün ardındaki devrimci ruhu, bilime ve hayata dair en sarsıcı ve az bilinen beş gerçeği bir araya getiriyor.


Bilim Dünyasını Sarsan Kadının Üniversite Diploması Yoktu ve Bu Onun En Büyük Gücüydü.


Her şey dört buçuk yaşındaki küçük bir kızın, bir tavuk kümesinde saklanmasıyla başladı. Jane, bir yumurtanın tavuktan nasıl çıktığını bir türlü anlayamıyordu. Bu sırrı çözmek için saatlerce bir kümeste sabırla bekledi. Ailesi onun kaybolduğundan endişelenip polisi aramak üzereyken, küçük Jane eve koşarak geldi ve heyecanla keşfini anlattı. Annesi Vanne, onu azarlamak yerine bu muhteşem hikâyeyi dinledi. Goodall'ın kendi deyimiyle, bu an "küçük bir bilim insanının doğuşuydu". Merak, sabır ve yılmaz bir kararlılık... Bu özellikler, onun gelecekteki en büyük gücü olacaktı.


Jane Goodall: Diplomasız Bir Sekreter Bilimi Nasıl Sarstı?

Yıllar sonra, 1960'ta Tanzanya'ya ilk ayak bastığında, Jane Goodall bir bilim insanı değil, lise mezunu bir sekreterdi. Ancak ünlü paleoantropolog Louis Leakey tam da böyle birini arıyordu: akademik dünyanın katı önyargılarıyla kirlenmemiş, taze bir bakış açısına sahip birini. Leakey, Goodall'ın çocukluğundan beri taşıdığı o saf merakı görmüştü. Bu yolculuk, akademik elitizm dogmasını paramparça edecekti.


Ancak sömürge yetkilileri, "genç bir kızın" ormanda tek başına yaşamasına izin vermedi. Projesi daha başlamadan bitecekken, annesi Vanne devreye girdi ve kızına eşlik etmek için İngiltere'den Afrika'ya geldi. Bu sıra dışı başlangıç, yıllar sonra Goodall'ın hiçbir lisans diploması olmamasına rağmen doğrudan Cambridge Üniversitesi'nde doktora programına kabul edilen sekizinci kişi olmasıyla taçlandı. Bu, önyargısız bir gözün, resmi bir diplomadan çok daha değerli olduğunun kanıtıydı.


Şempanzelerin de Tıpkı Bizim Gibi Karanlık Bir Tarafı Vardı.


Goodall, Gombe'deki ilk yıllarında şempanzelerin insanlardan daha nazik ve barışçıl canlılar olduğuna inanıyordu. Bu romantik bakış açısı, tanık olduğu acımasız gerçeklerle paramparça oldu. Kendi sözleriyle, "Bu beni şoke etti, çünkü şempanzelerin bizim gibi ama bizden daha nazik canlılar olduğunu düşünüyordum." Bu sarsıcı farkındalık, tarihe "Gombe Şempanze Savaşı" olarak geçen olaylarla geldi.


Dört yıl boyunca, bir şempanze topluluğunun, komşu bir topluluğu sistematik olarak yok ettiğine tanıklık etti. Erkek şempanzelerden oluşan devriyelerin, eski komşularını pusuya düşürüp acımasızca ortadan kaldırdığını gördü. Baskın dişi şempanzelerin, rakip dişilerin yavrularını öldürdüğünü ve hatta yamyamlık vakalarını gözlemledi. Bu keşif, sadece idealize ettiği canlıların karanlık yüzünü görmekle kalmadı, aynı zamanda onları bize daha da çok benzetti. Bu acımasızlık, şempanzeleri bizden uzaklaştırmıyor, aksine şiddet ve saldırganlığın kökenlerinin ne kadar derin ve ortak olduğunu acı bir şekilde gösteriyordu.


Bir Alet, "İnsan" Kelimesinin Anlamını Sonsuza Dek Değiştirdi.


Jane Goodall'ın belki de en çığır açan keşfi, 1960 sonbaharında geldi. "David Greybeard" adını verdiği sakin bir erkek şempanzenin, bir termit yuvasının başında oturduğunu gördü. David, yerden aldığı bir dalın yapraklarını dikkatlice sıyırdı ve bu özel olarak hazırladığı "aleti" yuvaya sokarak termitleri 'avlamak' için kullandı. Bu an, bilim tarihini değiştirecek bir kırılma noktasıydı. O zamana kadar bilim dünyası, insanı diğer tüm hayvanlardan ayıran temel özelliğin "alet yapabilme becerisi" olduğunu kabul ediyordu. İnsan, "Alet Yapan İnsan" (Man the Toolmaker) olarak tanımlanıyordu. Goodall'ın gözlemi, bu tanımı temelden yıktı.


Bulgularını hocası Louis Leakey'e bir telgrafla bildirdiğinde aldığı cevap, bilim tarihine geçecekti:


"Şimdi ya 'alet' ya da 'insan' kelimesini yeniden tanımlayacağız... ya da şempanzeleri 'insan' olarak kabul edeceğiz."


Bu basit ama devrimci gözlem, insan ve hayvan arasındaki o keskin ve kibirli çizginin aslında ne kadar bulanık olduğunu kanıtladı ve insanın doğadaki eşsiz yeri hakkındaki varsayımları sonsuza dek değiştirdi.


Jane Goodall: Diplomasız Bir Sekreter Bilimi Nasıl Sarstı?


Hayvanlara İsim Verdiği ve Duyguları Olduğunu Söylediği İçin Bilim Dünyası Tarafından Kınandı.


Goodall, o dönemin bilimsel metodolojisinin en temel kurallarından birine meydan okudu. Gözlemlediği canlılara soğuk numaralar vermek yerine, onlara "Flo", "Goliath", "David Greybeard" gibi isimler verdi. Notlarında onların davranışlarını "kişilik", "ergenlik", "neşe" ve "üzüntü" gibi insani kavramlarla tanımladı. Bu yaklaşımı, akademik çevrelerde bir isyan olarak görüldü.


Cambridge'deki profesörleri ona her şeyi yanlış yaptığını söylediler. Onu, bir etoloğun işleyebileceği en büyük günahla, "antropomorfizm" (insani özellikleri hayvanlara atfetme) ile suçladılar. Ona göre, "şempanzelere numara vermeliydin" ve "onların duyguları olduğundan kesinlikle bahsedemezdin." Goodall, bilim dışı ve "duygusal" olmakla itham edildi. Ancak o, gözlemlerinden ve sezgilerinden asla vazgeçmedi.


Zaman, onun haklı olduğunu kanıtladı. Empatiyi ve nesnel gözlemi bir araya getiren bu "Jane Goodall metodu," hayvan davranış bilimi olan etolojide bir devrim yarattı. Onun sayesinde, hayvanların da zihinleri, kişilikleri ve duyguları olduğu fikri, soğuk bilim duvarlarını yıkarak akademik dünyada kabul gördü.


Şempanzeleri Kurtarmak İçin Önce İnsanlara Yardım Etmek Gerektiğini Anladı.


1980'lerin ortasında Jane Goodall bir bilim insanından bir aktiviste dönüştü. Bu aydınlanma anı, Gombe Ulusal Parkı'nın üzerinde yaptığı bir uçuş sırasında geldi. 1960'larda yemyeşil bir ormanın parçası olan parkın, artık etrafı tamamen çıplak kalmış tepelerle çevrili, izole bir adacığa dönüştüğünü dehşet içinde gördü.

O an anladı ki, yoksulluk içindeki yerel halk, hayatta kalmak için çevreyi yok etmek zorunda kalıyordu. Mesaj netti: "Bu insanlara çevrelerini yok etmeden geçinmenin yollarını bulmalarında yardım edemezsek, ormanları veya başka bir şeyi kurtaramayız." Bu farkındalık, Jane Goodall Enstitüsü'nün ve onun öncülük ettiği TACARE yönteminin temelini oluşturdu. Bu, sömürgeci tarzda korumacılık dogmasını yıkan, devrimci bir yaklaşımdı.


Jane Goodall: Diplomasız Bir Sekreter Bilimi Nasıl Sarstı?


Program, "kibirli bir grup beyaz insanın fakir bir Afrika köyüne gidip onlara ne yapacaklarını söylemesi" üzerine kurulu değildi. Tam tersine, ekibi köylülerle birlikte oturdu ve onlara sordu: Enstitü, hayatlarını iyileştirmek için onlara nasıl yardımcı olabilirdi? Bu bütüncül yaklaşım, doğa korumanın sadece hayvanlarla değil, insanlarla birlikte ve onlar için yapılması gerektiğini tüm dünyaya gösterdi.


Umudun Ayak İzleri


Jane Goodall'ın mirası, sadece şempanzelerle ilgili çığır açan keşiflerden ibaret değildir. Onun hikayesi, aynı zamanda bilime nasıl yaklaştığımızı, doğayla kurduğumuz ilişkiyi ve tek bir bireyin dünyayı değiştirmek için sahip olduğu muazzam gücü de kapsar. Goodall'ın en güçlü mesajlarından biri "umut"tur. Ancak bu, sorunları görmezden gelen kör bir iyimserlik değil, eyleme dayalı bir kararlılıktır. Ona göre umut, tünelin ucunda oturup ışığın gelmesini beklemek değildir. Onun kendi sözleriyle, umut için "kollarımızı sıvayıp önümüzdeki tüm sorunların üzerinden tırmanmalı, altından sürünmeli, etrafından dolaşmalıyız."


1 Ekim 2025 yılında kaybettiğimiz Jane Goodall'ın hayatı, bize hep bir soru bırakıyor: Jane Goodall'ın yıktığı o "soğuk bilim duvarları" gibi, bizim de kendi alanlarımızda, kendi hayatlarımızda yıkmayı bekleyen hangi duvarlar var?



Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page