top of page

Türkiye'nin Enerji Paradoksu: Söylem ve Rakamlar Arasında Kömür Çıkmazı


kömür madeni

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar'ın kömür politikalarına yönelik son açıklamaları, Türkiye'nin enerji stratejisindeki derin çelişkileri gözler önüne sermektedir. Bakan Bayraktar'ın, Soma Termik Santrali'nin yeniden çalıştırılması ve yerli kömüre dayalı santrallere 2030 yılına kadar 7,5 dolar/cent alım garantisi verilmesi yönündeki beyanları, "arz güvenliği" ve "dışa bağımlılığı azaltma" gibi gerekçelerle meşrulaştırılmaktadır. Ancak, bu politikalar, Türkiye'nin Paris Anlaşması kapsamında taahhüt ettiği "net sıfır emisyon" hedefleriyle sayısal olarak ciddi bir uyumsuzluk içindedir. Rakamlar, kısa vadeli ekonomik ve sosyal kaygıların, uzun vadeli iklim taahhütlerinin önüne geçtiğini net bir şekilde göstermektedir.


Türkiye'nin güncellenen Ulusal Katkı Beyanı'nın (NDC), 2030 yılına kadar emisyonları 2020 seviyesine göre yüzde 33 oranında artırmayı öngördüğünü ortaya koymaktadır. Bu artış, küresel 1,5 santigrat derece hedefini tutturmak için gereken emisyon azaltım eğiliminin tam tersi yöndedir. Dahası, 2024 yılı verileri, Türkiye'nin 122 TWh'lik kömürden elektrik üretimiyle, Avrupa'da bu alanda en fazla üretim yapan ülke haline geldiğini, Almanya ve Polonya gibi diğer OECD ülkelerini geride bıraktığını kanıtlamaktadır. Kömürün, 2022'de Türkiye'nin enerji kaynaklı karbondioksit emisyonlarının yüzde 42,8'ini oluşturduğu göz önüne alındığında, bu politika yönü iklim hedefleriyle ciddi bir uyumsuzluk teşkil etmektedir.


Enerji Siyasetinde Paradoks: Kısa Vadeli Kaygılar ve Uzun Vadeli Çelişkiler


Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar'ın Manisa'nın Soma ilçesindeki kömür sahası ve termik santrali ziyareti sırasında yaptığı açıklamalar, Türkiye'nin mevcut enerji politikasının yönünü belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. Bakan, Soma Termik Santrali'nin "bacasını tekrar tüttüreceklerini" ve santralin mevcut işletmecisinin yerine "daha profesyonelce işletecek bir oyuncuyla yoluna devam edeceğini" belirtmiştir. Bu ifadeler, santralin arz güvenliği ve dışa bağımlılığı düşürme açısından stratejik önemine yapılan vurguyla desteklenmiştir. Bu açıklamalar, aynı zamanda yerli kömürden elektrik üreten santrallerde üretilecek elektriğe 2030 yılına kadar 7,5 dolar/cent alım garantisi verileceği yönündeki teşvik programının da müjdecisi niteliğindedir.

Hükümetin bu stratejisi, yerli kaynakların kullanımını artırarak enerji ithalatını azaltma ve istihdamı güvence altına alma hedeflerine dayanmaktadır. Ancak, bu söylem, Türkiye'nin aynı zamanda uluslararası arenada taahhüt ettiği iklim kriziyle mücadele hedefleriyle nasıl bir uyum içinde olduğu sorusunu gündeme getirmektedir.

kömür madeni


Kömür Stratejisinin Anatomisi: Söylem, Teşvik ve Gerçeklik



Soma Santrali Vakası: Bir Politika Dönüşümünün Örneği


Soma Termik Santrali'nin geleceğiyle ilgili Bakan Bayraktar'ın "oyuncu değişikliği" açıklaması, yalnızca bir işletme kararı olmaktan öte, Türkiye'nin enerji politikası yaklaşımının bir yansımasıdır. Bakan, santralin mevcut işletmecisinin "iyi bir işletmecilik performansı ortaya koymaması" ve "yapması gereken yatırımları yapmaması" nedeniyle bu kararın alındığını belirtmiştir. Bu durum, santralin mevcut durumda teknik ve finansal sorunlarla boğuştuğunu ortaya koymaktadır. Buna rağmen, santralin yeniden faaliyete geçirilmesi hedefi, kömürün "arz güvenliği" ve "istihdam" açısından taşıdığı stratejik önemle ilişkilendirilmiştir. Bakan, Soma santralinin bölgeye yaklaşık 13 bin kişilik doğrudan istihdam sağladığını vurgulamıştır, bu da kömürün yalnızca bir enerji kaynağı değil, aynı zamanda önemli bir sosyal ve ekonomik politika aracı olarak görüldüğünü göstermektedir.


Yerli Kömür Teşvikleri: 2030 Hedefine Giden Yolun Taşları mı?


Bakan Bayraktar'ın açıklamalarının en kritik noktalarından biri, 2030 yılına kadar yerli kömür santrallerinde üretilen elektriğe yönelik 7,5 dolar/centlik alım garantisidir. Bu teşvik mekanizması, kömürden elektrik üretimini doğrudan sübvanse eden ve bu santrallerin uzun yıllar boyunca operasyonel kalmasını garanti altına almayı hedefleyen bir adımdır. Bakanlığın bu programdan çevre yatırımı yapmamış santrallerin faydalanamayacağını belirtmesi, yüzeysel olarak çevresel endişelerin dikkate alındığı izlenimini verse de, esas amaç kömür santrallerinin ömrünü uzatarak operasyonel güvence sağlamaktır.


Bu politika yönü, temel bir ekonomik mantık çelişkisi içermektedir. Eğer kömürden elektrik üretimi, diğer kaynaklara göre "maliyet avantajı"na sahipse ve birim maliyeti zaten "düşük" ise, neden 2030'a kadar geçerli, dolar bazlı ve sübvanse edilmiş bir fiyata ihtiyaç duyulmaktadır? Bu durum, kömür santrallerinin mevcut piyasa koşullarında tek başına kârlı ve rekabetçi olmadığını, ancak devlet teşvikleriyle ayakta kalabildiğini göstermektedir. Bu teşvikler, ya elektrik faturaları ya da vergi gelirleri aracılığıyla nihayetinde topluma bir yük olarak yansımaktadır. Dolayısıyla, "arz güvenliği" argümanı, toplum için önemli bir ekonomik maliyetle birlikte gelmektedir.


Hükümetin "dışa bağımlılığı azaltma" söylemi, kısmen yerli kömür üretimini artırma hedefiyle tutarlı gibi görünse de, Türkiye'nin kömür tüketiminin önemli bir bölümünü ithal kömürden karşıladığı gerçeğiyle tutarsızlık göstermektedir. Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2023 yılında Türkiye'de toplam kömür üretimi 83,2 milyon ton iken, tüketim 100,3 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Bu, Türkiye'nin enerji ihtiyacını karşılamak için halen ciddi miktarda kömür ithal ettiğini göstermektedir. Hatta, 2024 yılında ithal kömürden elektrik üretiminin artmaya devam ettiği ve bunun toplam kömürden elektrik üretimini rekor seviyelere taşıdığı belirtilmektedir. Bu durum, "dışa bağımlılığı azaltma" argümanının, genel enerji portföyünün ithalat bağımlılığını kökten çözmediğini, yalnızca stratejik önemi olan yerli kömür sektörüne destek sağlama hedefiyle sınırlı kaldığını ortaya koymaktadır.



İKLİM KRİZİ

Türkiye'nin İklim Krizi Taahhütleri: Sayıların Diliyle Bir Çelişki



Paris Anlaşması ve 2053 Net Sıfır Hedefi


Türkiye, iklim kriziyle mücadele konusundaki uluslararası çabaların bir parçası olarak, 2015 yılında imzalanan Paris Anlaşması'nı onaylamış ve 2053 yılı için "net sıfır emisyon" hedefini resmen ilan etmiştir. Bu hedef, teoride, ülkenin enerji sisteminde fosil yakıtlardan kademeli bir çıkışı ve ekonomide köklü bir dekarbonizasyonu gerektirmektedir. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları'na olan bağlılık da bu hedeflere ulaşma yolunda atılacak adımların önemine işaret etmektedir.


Ulusal Katkı Beyanı (NDC) ve Sayısal Manipülasyon


Türkiye'nin Paris Anlaşması'na sunduğu güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı (NDC), 2030 yılına kadar emisyonları "işlerin normal seyrinde devam etmesi" (BAU) senaryosuna göre yüzde 41 oranında azaltma taahhüdü içermektedir. Ancak, bu ifade, bir mutlak azaltım hedefi değildir. Yapılan analizler, bu yüzde 41'lik azaltımın, 2030 yılındaki emisyonların 2020 seviyesine kıyasla aslında yüzde 33 oranında artması anlamına geldiğini göstermektedir. Bu durum, küresel 1,5 santigrat derece hedefine ulaşmak için tüm ülkelerin emisyonlarını hızla azaltması gerektiği gerçeğiyle temelden çelişmektedir.


Bu çelişkili durum, kısa ve orta vadede emisyon artışına izin veren politikaların (kömür teşvikleri, alım garantileri) uzun vadeli 2053 Net Sıfır hedefini güvenilmez hale getirdiğine işaret etmektedir. 2030'a kadar emisyonlarını artırmaya devam eden bir ülke, sonraki 23 yıl içinde neredeyse sıfıra indirmek gibi devasa bir yükün altına girecektir. Bu, mevcut politikalarla teknik ve ekonomik olarak son derece zor, hatta imkânsız görünmektedir. Bu durum, uzun vadeli hedeflerin, aslında kısa vadeli fosil yakıt yatırımlarını meşrulaştıran bir retorik aracı olarak kullanıldığına dair endişeleri artırmaktadır. Aşağıdaki tablo, Türkiye'nin iklim hedefleri ile mevcut politikalar arasındaki temel uyumsuzlukları özetlemektedir:


Türkiye'nin İklim Hedefleri ve Gerçekleri

Hedef

Açıklama

Politika Uyumsuzluğu

Paris Anlaşması

Küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırma çabalarına katkı sağlama.

Kısa vadede kömür kullanımını artırarak emisyon artışına yol açmaktadır.

2053 Net Sıfır Emisyon

2053 itibarıyla net sıfır emisyon hedefine ulaşma.

2030'a kadar emisyon artışına izin veren politikalar, uzun vadeli hedefin uygulanabilirliğinisorgulatmaktadır

Ulusal Katkı Beyanı (NDC)

2030'da BAU senaryosuna göre %41 azaltım.

Bu hedef, mutlak bir azaltım değil, 2020 seviyesine göre %33'lük bir emisyon artışı anlamına gelmektedir.

Kömür Alım Garantisi

2030'a kadar yerli kömüre 7.5 dolar/cent alım garantisi.

Fosil yakıt kullanımını teşvik ederek iklim hedefleriyle çelişmekte, yenilenebilir enerji yatırımlarını gölgelemektedir.


Sayısal Uyumsuzluk: Enerji, Emisyon ve Ekonomik Veriler



Kömür ve Sera Gazı Emisyonları


Türkiye'nin enerji politikalarının iklim kriziyle uyumsuzluğu, somut emisyon verileriyle açıkça kanıtlanabilir. TÜİK'in ulusal envanterine göre, Türkiye'nin toplam sera gazı emisyonları 2021 yılında 564,4 Mt CO2 eşdeğerine ulaşmıştır ve bir önceki yıla göre yüzde 7,7'lik bir artış göstermiştir. Bu emisyonların en büyük kaynağı enerji sektörüdür. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verileri, 2022'de Türkiye'deki yakıt yakımından kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının yüzde 42,8'inin kömürden, yüzde 31,5'inin petrolden ve yüzde 25,6'sının doğal gazdan kaynaklandığını belirtmektedir. Enerji ile ilgili toplam CO2 emisyonlarının yüzde 36'sı elektrik ve ısı üretimi sektöründen gelmektedir, bu da kömür santrallerinin emisyonlardaki kritik rolünü vurgulamaktadır.


Türkiye'nin Kömürden Elektrik Üretim Rekoru ve Küresel Bağlamda Yalnızlaşma


Türkiye'nin enerji politikası, küresel iklim eylemleriyle zıt bir rota izlemektedir. 2024 yılında Türkiye'de kömürden elektrik üretimi 122 TWh ile "tüm zamanların en yüksek seviyesine" ulaşmıştır. Bu rakam, Türkiye'yi 104 TWh ile Almanya'yı ve 91 TWh ile Polonya'yı geride bırakarak, Avrupa'da kömürden en çok elektrik üreten ülke konumuna getirmiştir. Bu durum, Türkiye'nin OECD ülkeleri içinde yeni kömür santrallerine izin yasağına uymayan tek ülke olma statüsünü pekiştirmektedir.


Aşağıdaki tablo, Türkiye'nin kömürden elektrik üretimindeki konumunu diğer Avrupa ülkeleriyle karşılaştırmaktadır:


Tablo 2: Türkiye ve Avrupa'da Kömürden Elektrik Üretimi (TWh), 2024

Ülke

2024 Kömürden Elektrik Üretimi (TWh)

Yıllık Değişim (%)

Türkiye

122

Artış devam ediyor

Almanya

104

-17%

Polonya

91

-8%

AB Toplamı

Düşüşte

-16%


Bu karşılaştırma, küresel iklim hedefleri doğrultusunda diğer gelişmiş ülkeler kömürden elektrik üretimini hızla azaltırken, Türkiye'nin tam tersi bir yönde hareket ettiğini gözler önüne sermektedir. Fosil yakıtlardan vazgeçiş eğilimine karşı durmak, Türkiye için gelecekte ekonomik maliyetleri artırma potansiyeli taşımaktadır. Sınırda karbon düzenlemesi gibi mekanizmalar, ihracat odaklı Türk ekonomisini olumsuz etkileyebilir ve uluslararası rekabet gücünü zayıflatabilir. Bu durum, Türkiye'nin iklim politikası uygulamalarında küresel ana akımdan koptuğunu ve bu durumun yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ekonomik istikrarını da riske attığını göstermektedir.


Yenilenebilir Enerji


Enerji Üretim Dengesi: Kömür ve Yenilenebilir Enerji


Türkiye, bir yandan kömürden elektrik üretimini rekor seviyelere taşırken, diğer yandan yenilenebilir enerji kaynaklarının yüksek potansiyeline sahiptir. 2024 yılında yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimindeki payı yüzde 46'ya yükselmiştir. Raporlar, Türkiye'nin yüksek güneş ve rüzgâr enerjisi potansiyelini değerlendirmesi durumunda, kömürden elektrik üretimindeki yükseliş eğilimini tersine çevirebileceğini ve 2035'te yenilenebilir enerji payının yüzde 73,6'ya çıkabileceğini öngörmektedir.


Ancak, kömür desteklerinin devam etmesi ve yeni santral planlarının varlığı, bu potansiyelin tam olarak hayata geçirilmesini engellemektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklı üretimin 2024'te yüzde 15 artış göstermesi, Türkiye'nin temiz enerji dönüşümü için gereken doğal potansiyele sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak, fosil yakıtları sübvanse eden mevcut politikalar, temiz enerjiye yönelik yatırımların önündeki en büyük engellerden biri olarak durmaktadır. Bu durum, Türkiye'nin gelecekteki enerji güvenliği ve ekonomik refahı için kritik öneme sahip olan yenilenebilir enerji hedeflerini sınırlayan bir faktör olarak değerlendirilmektedir.


Kısa Vadeli Stratejiler mi, Uzun Vadeli Dönüşüm mü?


Türkiye'nin enerji politikaları, kısa vadeli arz güvenliği ve istihdam kaygıları ile uzun vadeli iklim taahhütleri arasında temel bir paradoks sunmaktadır. Bakan Bayraktar'ın Soma'daki "oyuncu değişikliği" ve yerli kömüre yönelik 2030 alım garantisi gibi açıklamaları, mevcut termik santrallerin ömrünü uzatarak kömür kullanımını teşvik etmektedir. Ancak, bu politikalar, Türkiye'nin 2053 net sıfır emisyon hedefini teknik olarak imkânsız hale getirmektedir. Güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı'nın (NDC) 2030'a kadar emisyon artışına izin vermesi, uzun vadeli hedeflerin yalnızca bir retorik aracı olarak kullanıldığına dair şüpheleri artırmaktadır.


Küresel ölçekte Almanya ve Polonya gibi ülkeler kömürden çıkış stratejileri izlerken, Türkiye'nin 2024 yılında Avrupa'nın en büyük kömürden elektrik üreticisi haline gelmesi, ülkeyi uluslararası bağlamda izole bir konuma itmektedir. Bu durum, gelecekte sınırda karbon düzenlemesi gibi mekanizmalarla karşılaşarak ekonomik rekabetçiliğin zedelenmesi riskini taşımaktadır. Türkiye, yüksek yenilenebilir enerji potansiyeline sahip olmasına rağmen, fosil yakıt destekleri bu potansiyelin tam olarak kullanılmasına engel olmaktadır.

Bu bulgular ışığında, Türkiye'nin enerji politikasını yeniden şekillendirmesi ve uzun vadeli bir dönüşüm stratejisine odaklanması gerekmektedir. Bu dönüşüm için atılması gereken adımlar şunlardır:


  • Kömürden Adil Geçiş Planı: Soma gibi kömürle yoğunlaşmış bölgelerde istihdamı koruyacak, yeni ekonomik modelleri destekleyecek ve kömürden kademeli bir çıkışı sağlayacak somut bir yol haritası hazırlanmalıdır. Bu plan, çalışanların ve toplulukların sosyo-ekonomik geçimini güvence altına alarak değişimin direncini azaltacaktır.


  • Yenilenebilir Enerji Yatırımlarının Hızlandırılması: Yerli kömür desteklerinin yerine, Türkiye'nin yüksek potansiyeline sahip olduğu rüzgâr ve güneş enerjisi kaynaklarına odaklanan agresif teşvik mekanizmalarının devreye alınması gerekmektedir. Bu, hem dışa bağımlılığı gerçekten azaltacak hem de ülkenin enerji güvenliğini artıracaktır.


  • Karbon Fiyatlandırma Mekanizmasının Uygulanması: "Kirleten öder" prensibiyle uyumlu, kömürün "düşük maliyetli" imajını gerçeğe uygun hale getirecek bir karbon fiyatlandırma mekanizması uygulanmalıdır. Bu, kömür santrallerinin dışsallık maliyetlerini (çevre ve sağlık üzerindeki olumsuz etkiler) içselleştirmesini sağlayacak ve temiz enerjiye yatırımı daha cazip kılacaktır.


Sonuç olarak, Türkiye'nin enerji dönüşümü sadece bir çevre meselesi değil, aynı zamanda ekonomik rekabetçilik, enerji güvenliği ve sosyal adalet için zorunlu bir adımdır. Kısa vadeli politikaların uzun vadeli vizyona kurban edildiği mevcut durum sürdürülebilir değildir ve stratejik bir yön değişikliği kaçınılmaz görünmektedir.



Sosyal Medya'dan takip et
  • Facebook
  • Instagram
  • X
LOGO R.png
Düşüncelerini Paylaş

​Email : info@ekolojikevim.com.tr

​​​

Haber Bültenimize Abone Olun • Kaçırmayın!

Abone olduğunuz için teşekkür ederiz!

bottom of page