Bilinç En Güçlü Geri Dönüşümdür
- Fatma Koşubaşı
- 10 saat önce
- 2 dakikada okunur

İstanbul, tarih boyunca kültürlerin, ticaretin ve uygarlıkların buluşma noktası olmuştur. Ancak bugün, bu eşsiz metropol modern çağın en karmaşık sorunlarından biriyle karşı karşıya: atık yönetimi. Her gün yaklaşık 18 bin ton atık üretilen şehirde, çöplerin büyük bir kısmı hâlâ karışık şekilde toplanıyor. Oysa Avrupa’nın birçok ülkesinde bu durum tam tersidir; atıkların büyük bir bölümü kaynağında ayrıştırılarak geri dönüştürülmektedir. Peki, Avrupa bu bilince nasıl ulaştı ve İstanbul neden hâlâ geride?
Avrupa ülkelerinde geri dönüşüm, yalnızca bir çevre politikası değil, yaşamın temel bir parçasıdır. Örneğin, Almanya’da haneler beş farklı çöp kutusu kullanır: kâğıt, plastik, cam, organik atık ve genel atık. İsveç’te atıkların yaklaşık %99’u geri dönüştürülür ya da enerjiye dönüştürülür. Hollanda ve Belçika gibi ülkelerde ise belediyeler, haftalık “ayrı atık toplama” günleri düzenler ve insanlar hangi gün hangi tür atığı çıkaracağını bilir.
İstanbul’da ise tablo endişe vericidir. Geri dönüşüm kutuları çoğu ilçede yetersiz, toplama sistemleri ise düzensizdir. Hatta birçok ilçede sokaklarda çöp konteyneri bile bulunmamakta, insanlar çöplerini belirli saatlerde sokağa çıkarmaktadır. Her ne kadar çöplerini erken ya da geç çıkaranların cezalandırılacağı söylense de, denetim yapılmadığı için sokaklarda çoğu zaman düzensiz bırakılmış çöpler görmek mümkündür. Ayrıştırılmış atıklar ise lojistik eksiklikler nedeniyle çoğu zaman yine karışık atıklarla aynı araca yüklenir. Böylece, vatandaşın bireysel çabası da boşa çıkmış olur.

Avrupa’daki yüksek geri dönüşüm oranlarının ardında, uzun yıllara dayanan bir çevre kültürü yatmaktadır. Bu kültür, yalnızca okullarda değil; medya, sivil toplum kuruluşları ve belediyeler aracılığıyla da sürekli canlı tutulur. Geri dönüşüm yapmak, “doğru davranmak” kadar “normal bir davranış” olarak kabul edilir. İstanbul’da ise çevre bilinci hâlâ sınırlı bir kesimde gelişmiş durumdadır. Birçok kişi, “nasıl olsa hepsi aynı yere gidiyor” düşüncesiyle ayrıştırma yapmamaktadır. Bu durum, bireysel farkındalığın sistemsel başarısızlıkla birleştiği bir kısır döngü yaratır: Sistem işlemiyor çünkü insanlar ayırmıyor; insanlar ayırmıyor çünkü sistem işlemiyor. Bu döngüyü kırmak, ancak eğitimle ve güvenilir belediye uygulamalarıyla mümkün olabilir.
Avrupa ülkeleri, atık yönetimini yalnızca gönüllülüğe değil, yasal zorunluluğa da dayandırır. Avrupa Birliği’nin “Atık Çerçeve Direktifi,” üye ülkelerin 2035 yılına kadar en az %65 oranında geri dönüşüm yapmasını şart koşar. Atıklarını ayırmayan haneler para cezasına çarptırılırken, doğru ayrıştıranlara vergi indirimi ya da geri ödeme gibi teşvikler sunulur. İstanbul’da ise bu sistem henüz oturmuş değildir. Türkiye’nin Sıfır Atık Projesi önemli bir başlangıç olsa da yaptırım gücü zayıftır. Geri dönüşüm bir “öneri” düzeyindeyken, Avrupa’da bir “sorumluluk” ve “zorunluluktur.”

Peki, İstanbul ne yapabilir? İstanbul’un atık yönetimi sorununu çözmek, yalnızca teknik bir mesele değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşüm meselesidir. Avrupa, çevre bilincini yasal yaptırımlarla değil, onu toplumun ortak değerine dönüştürerek bu noktaya gelmiştir. İstanbul’un potansiyeli büyüktür. Geri dönüşüm ekonomisi geliştirilirse binlerce yeni iş alanı oluşabilir, enerji tüketimi azalabilir ve çevre kirliliği önemli ölçüde düşebilir. Ancak bunun için üç temel adım şarttır:
Güvenilir bir sistem kurmak: Ayrı toplama araçları, konteynerler ve geri dönüşüm tesisleri her ilçede eşit biçimde yaygınlaştırılmalıdır.
Eğitimi davranışa dönüştürmek: Okullarda verilen çevre bilinci dersleri, günlük hayatta uygulanabilir hale gelmelidir.
Yasa ve teşvikleri güçlendirmek: Vatandaş, doğru ayrıştırma yaptığında bunun karşılığını hissetmeli; yapmadığında ise sorumluluğunu almalıdır.
Unutulmamalıdır ki, bilinç, en güçlü geri dönüşümdür.
Fatma Koşubaşı
Ekolojik Evim Yazarı




Yorumlar