top of page

Türkiye vs Avustralya: İklim Zirvesi Savaşının Perde Arkası


Türkiye vs Avustralya: İklim Zirvesi Savaşının Perde Arkası

Küresel iklim krizine karşı mücadelenin en önemli platformu olan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirveleri'nin (COP) perde arkasında, ülkeler arasında sert diplomatik bilek güreşleri yaşanır. Ancak 2026'da düzenlenecek COP31 için, birbirinden 12.000 kilometre uzaktaki Türkiye ve Avustralya arasında yaşanan ev sahipliği krizi, en tecrübeli gözlemcileri bile şaşırtan stratejik bir açmaza dönüştü. Aylardır süren bu anlaşmazlık, küresel iklim politikasının ne denli karmaşık bir satranç tahtası olduğunu gözler önüne seriyor. Bu yazı, bu diplomatik restleşmenin en şaşırtıcı ve az bilinen yönlerini ortaya çıkarıyor.


"İkisi de Kaybedebilir" Senaryosu: Anlaşmazlık Çözülmezse Zirve Almanya'ya Gidiyor


Bu diplomatik açmazın en çarpıcı sonucu, her iki ülkenin de yarışı tamamen kaybedebileceği gerçeğidir. BM kurallarına göre, ev sahibi ülkenin "Batı Avrupa ve Diğerleri Grubu" (WEOG) içindeki 28 üyenin tamamının oy birliğiyle, yani konsensüs ile seçilmesi gerekiyor. Eğer Türkiye ve Avustralya uzlaşamazsa, bu "veto kilidi" nedeniyle zirve otomatik olarak Almanya'nın Bonn kentine taşınacak.

Bu durum, her iki ülke için de yüksek riskli bir "ya hep ya hiç" oyunudur.


Anlaşmazlığın sürmesi halinde hem Türkiye hem de Avustralya, sadece prestijli bir etkinliğe ev sahipliği yapma fırsatını değil, aynı zamanda paha biçilmez bir diplomatik prestij kaybı yaşayacak ve ülkelerinin yeşil endüstrilerini teşvik edecek küresel bir platformu heba etmiş olacaklar. BM'nin bu gecikmeyi "yararsız ve gereksiz" olarak nitelendirmesi, taraflar üzerindeki uzlaşma baskısını artırıyor.


Türkiye vs Avustralya: İklim Zirvesi Savaşının Perde Arkası

Beklenmedik İttifak: Bir Fosil Yakıt Devi, İklim Kurbanlarının Sesi Olmak İstiyor


Avustralya'nın teklifinin ardındaki strateji, tam bir jeopolitik paradoks örneğidir. Dünyanın en büyük fosil yakıt ihracatçılarından biri olan Avustralya, adaylığını Pasifik'teki ada ülkeleriyle ortak bir "Pasifik COP"u olarak sunuyor. Bu ülkeler, yükselen deniz seviyeleri nedeniyle gerçek bir "varoluşsal tehdit" altındalar. Bu hamle, Avustralya'nın fosil yakıt sicilini, iklim krizinin en savunmasız kurbanlarının ahlaki ağırlığıyla dengelemeyi amaçlayan yüksek riskli bir meşruiyet hamlesi olarak okunabilir.


Avustralya, bu çelişkiyi "dönüşüm hikayesi" anlatısıyla aşmaya çalışıyor. İklim Bakanı Chris Bowen, ülkesinin fosil yakıt ihracatçısı olduğunu kabul ederken, "ancak yenilenebilir enerjiye geçişin tam ortasındayız" diyerek bu stratejiyi savunuyor. Ancak bu anlatı, Türkiye'nin kendi iklim karnesindeki zayıflıklarla dengeleniyor. Türkiye'nin "daha küçük bir petrol ve gaz endüstrisine sahip olduğu" argümanı, 2023’te Avrupa’nın ikinci büyük kömür yakıtlı elektrik üreticisi olduğu gerçeğiyle ciddi bir çelişki yaratıyor. Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, Pasifik ittifakını şu sözlerle meşrulaştırıyor:

"Onlar iklim değişikliğine karşı özellikle savunmasız. Tuvalu ve Kiribati gibi ülkeler için bu, varlıklarını tehdit eden bir durum, bu nedenle bölgedeki en önemli konulardan biri."


Türkiye vs Avustralya: İklim Zirvesi Savaşının Perde Arkası

Lojistik mi, Jeopolitik mi?: İki Ülkenin Masadaki Kozları


Türkiye ve Avustralya, ev sahipliği iddialarını çok farklı argümanlar üzerine inşa etse de, rakamlar güç dengesinin kimden yana olduğunu açıkça gösteriyor.


  • Türkiye'nin Argümanları:

    • Coğrafi Konum: Avrupa ve Asya arasında köprü olması ve delegelerin uçuş emisyonlarını azaltacak merkezi konumu.

    • Daha Küçük Fosil Yakıt Endüstrisi: Avustralya'ya kıyasla daha küçük bir petrol ve gaz endüstrisine sahip olması (ancak kömürle çalışan elektrik üretimindeki liderliği bu argümanı zayıflatıyor).

    • Diplomatik Kapasite: Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri bir araya getirme potansiyeli.


  • Avustralya'nın Argümanları:

    • Pasifik Odağı: İklim değişikliğinden en çok etkilenen savunmasız ada devletlerinin sorunlarını küresel gündeme taşıma vaadi.

    • Geniş Destek: Pasifik Adaları Forumu’nun yanı sıra Almanya, Kanada ve İngiltere gibi ülkelerden aldığı açık destekle 28 üyeli grupta en az 23 oya sahip olması.


Analiz edildiğinde, Türkiye'nin daha çok lojistik ve pragmatik gerekçeler sunarken, Avustralya'nın jeopolitik ve ahlaki bir misyonu öne çıkardığı görülüyor. Ancak Avustralya’nın sahip olduğu neredeyse ezici oy çokluğu, Türkiye'nin pozisyonunu eşit bir yarıştan ziyade, grubun iradesine karşı kullanılan stratejik bir blokaj hamlesine dönüştürüyor.


Kriz Zirvede: Başbakan'dan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a Giden Mektup


Diplomatik kanalların tıkanması, krizi doğrudan liderler seviyesine taşıdı. Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, anlaşmazlığı çözmek amacıyla doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a bir mektup yazdığını açıkladı. Bu hamle, sadece tıkanıklığı aşma çabası değil, aynı zamanda diplomatik bir manevra niteliği taşıyor. Erdoğan’ın olası bir reddi, Türkiye’yi uzlaşmaz taraf olarak konumlandırma riski yaratabilir ki bu, küresel arabulucu rolüne önem veren bir lider için istenmeyen bir durumdur.


Türkiye vs Avustralya: İklim Zirvesi Savaşının Perde Arkası

Albanese, gazetecilere yaptığı açıklamada durumun hassasiyetini ve çözümün zorluğunu şu sözlerle ifade etti:

"Konuya ilişkin gerçek bir nihai karar süreci yok. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yazdım, görüşmelerimizi sürdürüyoruz. İki teklif olduğunda ve uzlaşı olmadığında iş zor."


"Yenilikçi Çözüm" Arayışı: Zirveyi Paylaşmak Mümkün mü?


Her iki tarafın da geri adım atmaması, standart dışı çözüm arayışlarını zorunlu kıldı. Diplomatik kulislerde, krizden çıkış için "ortak ev sahipliği" veya "yenilikçi çözümler" gibi formüller tartışılıyor. BM kuralları COP başkanlığını tek bir ülkeyle sınırlandırsa da, liderler zirvesi öncesi ve sonrası yapılan kritik toplantıların iki ülke arasında paylaştırılması bir seçenek olarak masada duruyor.


Bu yöndeki en somut sinyal, Türkiye’nin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum'un "her iki ülkenin de kazanabileceği yenilikçi çözümler" ihtimalini gündeme getirmesiyle geldi. Bu, Ankara'nın yüzünü kaybetmeyeceği bir uzlaşıya açık olduğunu gösteriyor. Buna karşılık Başbakan Albanese, olası çözümler hakkında yorum yapmaktan kaçınarak müzakerelerin hassasiyetini korumaya özen gösteriyor. Bu durum, katı bir "kazanan-kaybeden" sonucundan ziyade, her iki tarafın da prestijini koruyacağı bir formül arandığına işaret ediyor.


Türkiye ve Avustralya arasındaki bu diplomatik çıkmaz, küresel iklim mücadelesinin arka planındaki karmaşık ulusal çıkarları ve stratejik hamleleri çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu süreç, iklim politikasının sadece çevresel değil, aynı zamanda derin bir diplomatik mücadele alanı olduğunun kanıtıdır. Buradan çıkacak sonuç, sadece 2026 zirvesinin yerini belirlemekle kalmayacak, aynı zamanda gelecekte gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki benzer anlaşmazlıkların çözümünde bir emsal teşkil edebilecek bir test senaryosu niteliği taşıyor. Peki sizce bu kriz, küresel işbirliği için yaratıcı bir çözümle mi sonuçlanacak, yoksa her iki ülkenin de kaybettiği bir diplomatik hezimet mi olacak?



Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page