Yağmur Yağdı Diye Sevinmeyin: Şiddetli Yağmur Neden Kuraklığa Çare Değil?
- EE Admin

- 4 saat önce
- 3 dakikada okunur

Son günlerde ülkenin dört bir yanından gelen yağmur haberleri, uzun ve sıcak bir yazın ardından hepimize derin bir nefes aldırdı. Barajlardaki su seviyeleri ve kuruyan topraklar için bir umut ışığı olan bu yağışlar, pek çok kişide "kuraklık bitiyor" algısı yarattı. Peki, gerçekten öyle mi? Pencereden gördüğümüz yağmurlu hava, tehlikenin geçtiği anlamına mı geliyor?
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi'nden Prof. Dr. Murat Türkeş'in açıklamaları, meselenin basit bir yağmur hasretinden çok daha derin olduğunu gösteriyor. Karşımızdaki tablo, iklim değişikliğinin su döngüsünü nasıl temelden sarstığının ve kuraklıkla ilişkimizi yeniden yazmaya zorladığının bir kanıtı.
Sonbahar Yağmurları Sadece Yüzeysel Bir İyileşme Sağladı
Sonbahar aylarında tanık olduğumuz yağışlar, su kaynaklarımız için kalıcı bir çözüm sunmaktan uzak. Prof. Dr. Türkeş, bu yağışların "meteorolojik kuraklığın" etkisini azalttığını, ancak asıl tehlike olan "uzun süreli kuraklığın" etkisini zayıflatmadığını belirtiyor. Aradaki farkı anlamak hayati önem taşıyor.
Meteorolojik kuraklık, toprağın susamış yüzeyine atılan bir avuç su gibidir; anlık bir rahatlama sağlar ama derinlerdeki köklerin hasretini gidermez. Asıl tehlike olan uzun süreli kuraklık ise vücudun kronik su kaybı yaşamasına benzer; yeraltı suları ve barajlar gibi hayati organlarımız beslenemediğinde sistem çöker. Bu durum, anlık hava olaylarına bakarak iklimin genel sağlığı hakkında ne kadar yanıltıcı sonuçlara varabileceğimizi gösteriyor.
Eylül, ekim ve kasım yağışları, Ege Bölgesi'nde ve İzmir çevresinde meteorolojik kuraklığın etkisini azalttı ancak uzun süreli kuraklığın etkisini zayıflatmadı.

Fotoğraf: Atilla Bingöl
Şiddetli Yağmur Kuraklığa Çare Değil, Aksine Bir Tehdit Olabilir
İklim değişikliğinin en büyük paradokslarından biriyle karşı karşıyayız: Kuraklığı bitirmesini umduğumuz yağmur, artık bir sele dönüşebiliyor. Prof. Dr. Türkeş, bunun nedenini şöyle açıklıyor: Küresel ısınmayla artan hava sıcaklıkları, buharlaşmayı körüklüyor ve atmosferin daha fazla nem tutmasına neden oluyor. Bu da yağış koşulları oluştuğunda, suyun bardaktan boşanırcasına, şiddetli sağanaklar halinde yeryüzüne inmesine yol açıyor.
Ancak uzun süre susuz kalmış, adeta betonlaşmış ve su itici (hidrofobik) bir özellik kazanmış kuru toprak, bu ani ve büyük su kütlesini ememiyor. Sonuç olarak, değerli su, toprağın derinliklerine sızarak "etkili yağışa" dönüşemiyor. Yani suyun, yeraltı sularını ve bitki köklerini beslemesi gereken o en değerli hali gerçekleşemiyor. Aksine, hızla yüzeyden akıp giderek yeni felaketleri tetikliyor: seller, su baskınları, heyelanlar ve erozyon. Özellikle kentlerde, metrekareye 50 kg ve üzeri düşen yağışlar altyapı yetersizlikleriyle birleştiğinde ciddi tehlikeler yaratabiliyor. Bu ironi, en çok ihtiyaç duyduğumuz suyun bir felakete dönüşebileceğini acı bir şekilde gösteriyor.
Yeni Bir Kavramla Tanışın: "Kar Kuraklığı"
Kuraklık denince aklımıza genellikle yağmurun yağmaması gelir. Ancak Prof. Dr. Türkeş, artık yeni ve daha sinsi bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu belirtiyor: "Kar Kuraklığı". Küresel ısınma, sadece yazları değil, kışları da etkiliyor. Yüzey ve atmosfer sıcaklıkları arttığı için en soğuk hava sistemleri bile artık eskisi gibi kar getiremiyor. Kar yağsa bile, normalden daha sıcak olan zeminde tutunamayıp hızla eriyor.
Peki, bu neden büyük bir sorun? Çünkü kar, doğal bir su deposu görevi görür. Yağmur hızla akıp giderken, kar örtüsü aylarca kalarak suyu yavaş yavaş ve istikrarlı bir şekilde toprağa ve yeraltı kaynaklarına sızdırır. Bu "yavaş salınım" mekanizması, barajlarımızın ve nehirlerimizin bahar ve yaz aylarında hayatta kalmasının sigortasıdır. Kar yağışının olmaması veya yağan karın hızla erimesi, mevcut yağmur eksikliğinin yarattığı kuraklığı daha da derinleştiriyor.
Uzun süreli kuraklıklarda yeterli kar yağışının yağmaması, kar yağsa bile yüzeyde uzun süre kalmaması nedeniyle kar kuraklığını da yaşıyoruz. Kar kuraklığı da yağmur yağışlarının eksikliğini de daha da şiddetlendiriyor.

Yıl Sonuna Kadar Umutlu Bir Tablo Beklenmiyor
Peki, önümüzdeki dönemde bizi ne bekliyor? Maalesef Prof. Dr. Türkeş'in tahminleri pek iç açıcı değil. Türkiye'ye yağış getiren bazı hava sistemleri olsa da bu sistemlerin genel kuraklık tablosunu değiştirmeye yetmeyeceğini belirtiyor. Yapılan öngörülere göre aralık ve ocak aylarında hava sıcaklıkları çoğunlukla mevsim normallerinin üzerinde seyredecek. Yağışların ise normalleri civarında veya daha altında kalması bekleniyor. Bu da su kaynaklarımız üzerindeki baskının azalmayacağı anlamına geliyor.
Prof. Dr. Türkeş'in en net mesajı ise durumu özetliyor:
Bölgesel hava dolaşımı ve hava sistemlerinin olası aktiviteleri dikkate alındığında yıl sonuna kadar yeterli yağış beklemiyoruz.
Değişen İklimin Bize Sorduğu Soru
Prof. Dr. Murat Türkeş'in analizleri, iklim değişikliğinin kuraklık algımızı nasıl kökten değiştirmemiz gerektiğini gözler önüne seriyor. Yanıltıcı sonbahar yağmurları, sele dönüşen sağanaklar, sinsi bir tehdit olan "kar kuraklığı" ve olumsuz tahminler... Bunlar, birbirinden kopuk gerçekler değil, iklim değişikliğinin su döngüsünü bozmasının birbiriyle bağlantılı sonuçları. Artık kuralların değiştiği, yağış ve kuraklık arasındaki ilişkinin çok daha karmaşık hale geldiği bir dünyada yaşıyoruz.
Prof. Türkeş'in çizdiği bu tablo bir kehanet değil, bir teşhis. Asıl soru şu: Bu teşhise kulak verip şehirlerimizi ve su alışkanlıklarımızı bu yeni, daha sert kurallarla oynanan oyuna göre yeniden tasarlayacak mıyız?




Yorumlar