Sanat, Hayata Katılmaktır
- Gizem Görhan Yağmur
- 10 Haz
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 11 Haz

Hayatın içinden geçerken hepimiz kendimize bir yol arıyoruz. O yolların bazen kıvrıldığı, bazen dümdüz uzandığı yerlerde sanatla karşılaşıyoruz. Bazen bir tiyatro perdesinin aralanmasında, bazen dans eden bir bedenin hareketlerinde, bazen de sinema perdesinde gözümüzü kırpmadan izlediğimiz bir sahnede…
Sanat, kelimelere dökemediklerimizi başka bir dille anlatıyor. Herkesin anlayabileceği bir dille değil ama hissedebileceği bir dille. Belki de bu yüzden bu kadar derinden bağlıyız ona.
Tiyatro ile başlayayım. Tiyatro, benim için zamanın durduğu yer gibi. Sahnedeki oyuncunun her mimiğinde, her tonlamasında başka bir dünyaya geçiş yapıyorum sanki. Perde açıldığında sadece bir hikaye anlatılmıyor bana; duygular, çelişkiler, insanlar, zaman, hatta bazen ben anlatılıyorum.
Seyircilerle birlikte nefes almak, aynı anda gülmek ya da birden gözlerimizin dolması. O ortaklık çok etkileyici. Çünkü gerçek hayatta bazen yalnız olduğumuzu hissediyoruz ama tiyatroda bir duygunun tam ortasında buluşabiliyoruz.

Sinema ise başka bir alan. Kocaman bir perde, karanlık bir salon, dış dünya tamamen kapanıyor ve sen sadece o hikayeye dahil oluyorsun. Sinemada zaman başka akıyor. Düşünsene, bir saat içinde bir ömrü izleyebiliyorsun. İlk sahnede çocuk olan karakter, bir anda yaşlanmış oluyor mesela. Sadece bir an, içinde öyle çok şey taşıyor ki…
Bazı filmler var, izledikten sonra insanın içinde bir şey değişiyor, büyüyor, olgunlaşıyor. Sadece bir sahne, zihninde yıllarca yerini koruyor. Sanki o sahne senin hayatına aitmiş gibi. Etkilendiğin o filmi belli aralıklarla tekrar tekrar izlemek ise oldukça anlamlı ve kıymetli. Sanki bir zaman makine gibi hissettiğin o ilk duyguya, ilk ana seni götürüyor.

Dans… Bedenin diliyle konuşmak gibi. Müzik başlayınca başka bir anlatım biçimi giriyor devreye. Söz yok ama duygu var. Bazen bir adım, bir dönüş, bir ritim insanın kalbinin derinliklerine dokunuyor. Dans eden biriyle aynı dili konuşmuyor olabilirsin ama onun ne hissettiğini anlayabiliyorsun.
Dans, bedenin dürüstlüğüyle iletişim kurmak gibi. Çünkü yalan söyleyemezsin dans ederken. Ne hissediyorsan o çıkar ortaya. Özgürlük gibi. Bedenini olduğu gibi ortaya koyuyorsun. Ruhu özgürleştiren bir sanat bu bence.
Sanatın böyle bir gücü var işte. Hayatın kendisi gibi karmaşık ama bir o kadar da sade. İçinde acıyı da barındırır neşeyi de. Belki de bu yüzden sanatla uğraşan insanlar daha hassas, daha farkında, daha "bakmayı bilen" insanlar oluyor. Çünkü bir sahnenin, bir melodinin, bir figürün ne kadar güçlü olabileceğini biliyorlar.
Biliyor musun? Bu farkındalık bulaşıcı. Bir tiyatro oyununu izledikten sonra dünyaya daha farklı gözlerle bakabilirsin. Bir dans gösterisinden sonra içinden bir coşku yükselir, yürüyüşün bile değişir. Sanat böyle bir şey. Hayatı seyretmek değil, ona katılmak gibi.
Peki bu bağ nasıl kuruluyor bizle? Yani neden bazı sahneler bizi alıp götürüyor, bazı melodiler ruhumuza yerleşiyor, bazı danslar içimizde bir yerlere dokunuyor? Çünkü hepimizin içinde anlatılamamış duygular var. Sanat, onları bizim adımıza ifade ediyor. Bizim söyleyemediklerimizi söylüyor, gözümüzden kaçanları gösteriyor, içimizden geçenleri bir biçime sokuyor. Belki de bu yüzden hepimiz zaman zaman sanata yöneliyoruz. İzleyici olarak ya da bizzat yaparak… Çünkü orada bir rahatlama, bir anlam arayışı, hatta bazen bir iyileşme var.
Sanatın etkisi herkeste aynı değil, sanatla kurduğumuz bağ çok kişisel. Etkilenmemek neredeyse imkansız. Çünkü insanın özüyle temas ediyor. Kalbinin, zihninin, bedeninin tam ortasında bir yere dokunuyor.
Bence en güzel yanı şu, "Sanat bizi susturmuyor, aksine konuşmaya, anlatmaya, paylaşmaya teşvik ediyor". Tiyatrodan çıkan insanların tartıştığını görmüşsündür belki. Film izledikten sonra sabaha kadar o karakterleri konuşmak isteriz. Bir dans gösterisinden sonra içimizde bir şey harekete geçer ve biz de bir şey yapmak isteriz.
Yazmak, çizmek, anlatmak… Sanat, başka bir şey üretmeye çağırıyor bizi. O yüzden yalnızca izlemekle kalmıyoruz. Katılıyoruz. Katıldıkça da daha çok hissediyoruz.

Sanat dediğimiz şey sadece sahnede ya da perdede olanla sınırlı değil. Bazen bir kalemin ucunda da sanat başlar. Yazmak mesela… Ne büyük bir rahatlama bazen. İçini kimseye anlatamazsın ama bir deftere yazarken tüm duygular dökülür. Bir cümleyle insan kendi içini açabilir, bir kelimeyle çocukluğuna dönebilir.
Yazmak, düşüncelerini toparlamak değil sadece; aynı zamanda kendiyle sohbet etmek gibi. Kimse okumasa bile sen yazarsın çünkü içinde bir şey anlatılmak ister. Yazı, duygulara ses veren bir sanat bence. Hem de en derin, en kişisel olanı.

Bir de resim yapmak var. Renklerin dili, fırçanın ucundaki özgürlük. Hiç konuşmadan, hiç kelime kullanmadan da anlatabiliyorsun kendini. Bir resmi anlayabilmek için bazen sadece kalbinin açık olması yeterli. Çizgiler, lekeler, renk geçişleri… Her biri bir duyguyu, bir anıyı taşıyabilir. Bazen öfke akar tuvale, bazen hüzün bazen umut.
En güzeli, kuralı yok. Güzel çizmek ya da kusursuz renk seçmek zorunda değilsin. İçinden ne geliyorsa onu resmediyorsun. Belki de bu yüzden resim yapmak insana iyi geliyor. Çünkü içte bastırılan ne varsa, bir şekilde kendine çıkış yolu buluyor.
Yazmak ve resim yapmak bana kalırsa sadece üretmekle ilgili değil. Aynı zamanda bir tür iyileşme. İçinde biriken ne varsa, o eylemle birlikte yavaş yavaş çözülüyor sanki. Kimi insan acısını yazarak atlatır, kimi huzurunu renklerde bulur.
Sanatın bu yönü bambaşka. Seyirci değil, yaratıcı olduğunda daha da güçlü hissediyorsun. Çünkü sadece bir şey anlatmıyorsun, kendini oluşturuyorsun yeniden. Bu yüzden herkesin bir şekilde sanatla buluşması gerektiğini düşünüyorum. Profesyonel olmana gerek yok, yeter ki duygunla temas et. Kalem tut, fırça al, kelimelerle ya da çizgilerle içini konuşur hale getir. Zaten insan, en çok orada kendine yaklaşır.
Bazen diyorum ki, belki de hayatın ritmini gerçekten hissetmenin yolu sanatın içinden geçiyor. Kendimizi anlamanın, başkasını tanımanın, duygularımızı ifade etmenin en güçlü yollarından biri. Sadece izleyici kalsak bile o bağ kuruluyor. Belki de o bağ sayesinde hayat biraz daha anlamlı geliyor bize.
Senin ruhuna hangi renk dokunuyor? Hangi nota seni sarıyor sessizce? Hangi sahneyi veya repliği yıllar geçmesine rağmen hala hatırlıyorsun?
Yüreğinin izini bizimle paylaşmak ister misin? Belki senin yolculuğun, bir başkasına ışık olur 💜
Mutlulukla kalın :)
Gizem Görhan Yağmur
İletişim: gizemgorhanyagmur@ekolojikevim.com.tr
Comentarios