top of page

Kapitalizmin Ninnisiyle Uyuyanlara Felsefi Bir Tokat: Ekolojik Krizin Kökenleri

Kapitalizmin Ninnisiyle Uyuyanlara Felsefi Bir Tokat: Ekolojik Krizin Kökenleri

Bazen karşınıza öyle eserler çıkar ki, sadece konusunu değil, yazarının kim olduğunu da merak edersiniz. Yeni İnsan Yayınevi’nin yayımladığı "Ekolojik Krizin Kökenleri" de benim için tam olarak böyle bir eser oldu. Bir yanda toprağın dilinden anlayan bir profesör, diğer yanda insanlığın düşünsel krizlerini sorgulayan bir felsefeci... Prof. Dr. Burçin Çokuysal, bu iki kimliği sarsıcı bir bütünlükle bir araya getiriyor.


Kitap, ekolojik krize sadece teknik bir sorun olarak bakmak yerine, onu medeniyetimizin bir "uyku" hali olarak tanımlıyor ve bu uykunun kökenlerine iniyor. Kendisiyle yaptığım bu söyleşide, modern insanın doğayla kopan bağını, gıdanın nasıl bir tahakküm aracına dönüştüğünü ve en önemlisi, bu kolektif uykudan uyanmak için hâlâ bir umut olup olmadığını konuştuk.


Şimdi sözü, "iyi uyuyamayan" bir akademisyenin sarsıcı tespitlerine bırakıyorum.


Bölüm 1: Felsefe ve Toprağın Kesişim Noktası


Orhan Açıkgöz- Hocam, sizi bir yanda Toprak Bilimi ve Bitki Besleme alanında bir profesör, diğer yanda felsefe yüksek lisansı yapmış bir düşünür olarak tanıyoruz. Bu iki farklı disiplini bir araya getiren "Ekolojik Krizin Kökenleri" adlı kitabınızı yazma fikri nasıl doğdu? Sizi bu etik ve felsefi sorgulamaya iten temel motivasyon neydi?


Burçin Çokuysal- Sorumluluk hisseden bir akademisyen olarak, aslına bakarsanız bu iki alan benim için doğrudan bir “seçim” değil, endüstriyel tarımsal üretimin yarattığı ekolojik krizi ve sömürü sistemine ait gerçekliği anlama, anlamlandırma ve topluma aktarma çabamın doğal ve zorunlu bir sonucudur. "Ekolojik Krizin Kökenleri" kitabı da şimdilik yaşayabileceğimiz tek evimizin, yani gezegenimizin ve kendi türümüzün yok olma tehlikesine ziraat ve felsefe gibi iki farklı alandan bakmamın bir ürünüdür. Temel motivasyonumun mottosu ise “Düşünüyorum, o halde sorumluyum” idi. Karşı karşıya olduğumuz krizin sadece teknik bir sorun değil, doğayı bir metaya dönüştürdüğümüz bir anlam krizi ve etik sorun alanı olduğunu gösterme düşüncesi beni yazmaya yönlendirdi. Ben, benim gibi düşünenlerin kendilerini yalnız hissetmemeleri için yazdım.


Kapitalizmin Ninnisiyle Uyuyanlara Felsefi Bir Tokat: Ekolojik Krizin Kökenleri


OA- Kitabınızın hemen başında "Başka Ne Doğru Olabilir?" diye sorarak okuru mevcut kabullerin dışına çıkmaya davet ediyorsunuz. Kitabınız, ekolojik krize teknik çözümler arayan bir eserden ziyade, temel bir "değerler sorunu"nu mu işaret ediyor?


BÇ- Bu soru, kitabın kalbine dokunuyor ve kesinlikle bir değerler sorununa işaret ediyor. “Başka ne doğru olabilir?” sorusu sadece bir başlangıç değil, adeta kitabın manifestosudur. Bu soru; bizlere hazır olarak sunulan, normalleştirilen ve artık “doğru” olduğu kabul ettirilen bir dünya düşüncesine dair derin bir şüphenin ifadesidir. Kitabımın amacı bilim ve teknolojiyi reddetmek değil, tam tersine bilim ve teknolojiyi hangi değerler çerçevesinde, ne için ve kimin için kullandığımızı sorgulamaktır. Çözüm, “başka ne doğru olabilir?” sorusunu sorabilmek ve cesaretle değerler sistemini değiştirebilmekte yatıyor.



Kapitalizmin Ninnisiyle Uyuyanlara Felsefi Bir Tokat: Ekolojik Krizin Kökenleri


OA- Metinlerinizde sık sık "uyku" metaforunu kullanıyorsunuz. Toplumun bu kolektif "uyku" halini nasıl yorumluyorsunuz ve bu uykudan uyanmak için ilk adım ne olmalı?


BÇ- Uyku metaforu, içinde bulunduğumuz gerçekliğin apaçık bir tasviridir. Bu uykudan uyanmak için ilk adım, “Başka ne doğru olabilir?” sorusuna cesaretle yanıt verebilmektir. Bize dayatılan “normal”in aslında ne kadar normalize edilmiş bir “anormal” olduğunu fark etmekle başlar her şey. Uyanmanın ilk adımı, aslında sessiz bir soru ile başlar: “Başka ne doğru olabilir?” Bu soru, tohum kadar küçük ve sessiz ancak umutlu bir dönüşüm kadar güçlüdür.


Bölüm 2: Kitabın Temel Felsefesi ve Ana Kavramlar


OA- Kitabınızda "ötekileştirme" kavramı merkezî bir rol oynuyor. Bu "ötekileştirme" mekanizması, günümüzün tarım ve gıda sistemlerinde en somut haliyle nerede karşımıza çıkıyor?


BÇ- “Ötekileştirme”, tahakkümün ve sömürünün fikrî altyapısını inşa eden temel mekanizmadır. Günümüz tarım ve gıda sistemlerinde bu mekanizma dört katmanlı olarak karşımıza çıkar: Toprağın ve tohumun, üreticinin ve bilgisinin, tüketicinin bilincinin ve bedeninin, son olarak da dilin ve kültürün ötekileştirilmesi. Öteki olarak tanımlanan her şey sömürülebilir ve görünmez kılınır.


OA- Sık sık bir "paradigma değişimi" gerekliliğinden bahsediyorsunuz. Mevcut "insan merkezci" paradigmadan, önerdiğiniz "canlı merkezli" anlayışa geçişin önündeki en büyük engeller nelerdir?


BÇ- Bütüncül bir etik anlayışa geçebilmek için üç büyük engeli aşmamız gerekiyor: Ekonomik engeller, felsefi ve psikolojik engeller ve yapısal-siyasi engeller. Bu değişim sadece bireysel aydınlanma ile mümkün görünmüyor, ancak bireysel aydınlanma bu dönüşümün merkezinde yer alıyor. Bireysel uyanış, kitlesel uyanışın fitilini ateşler. İnanmıyorsanız, dünyanın 34 saygın meydanında kopyası bulunan “Düşünen Adam Heykeli”ni bizim nereye koyduğumuza bir bakın.


OA- Kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri "Gelecek Nesillere Sorumluluk Yanılgısı" başlığını taşıyor. Sonuçta, gelecek nesillere karşı sorumlu muyuz, değil miyiz?


BÇ- Gerçek sorumluluk, sorumluluğu geleceğe ertelemekte değil, onu şimdi ve burada, ilişki kurduğumuz varlıklar üzerinden somutlaştırmaktadır. Geleceği kurtarmak için şu anı onarmalı ve doğaya saygı duymalıyız. Gerçek sorumluluk, uzak ve soyut bir gelecek fikrinde değil, şimdiki zamanda doğaya karşı duyduğumuz bağlılık, ilgi ve saygıdan filizlenir.


Bölüm 3: Pratik ve Güncel Meseleler


OA- Gıdayı sadece bir besin değil, aynı zamanda bir "tahakküm aracı" olarak ele alıyorsunuz. Bir tüketici olarak soframıza gelen bir elmanın ardındaki sömürü, emek ve etik sorunların ne kadarını görebiliyoruz?


BÇ- Bu soru, endüstriyel gıda sistemlerinin en başarılı olduğu alanı işaret ediyor: “görünmez kılmak”. Elmanın parlak kabuğundaki parafin örtü gibi, sistem de onun gerçek hikayesini örter. Bu girdaptan çıkmanın yolu, tüketici olmanın ötesine geçip “özne” olmaktır. Yerel pazarlardan, kooperatiflerden alışveriş yapmak, sadece bir satın alma eylemi değil, doğayla aramızdaki görünmez kılınan bağı yeniden tesis etme çabasıdır.



Kapitalizmin Ninnisiyle Uyuyanlara Felsefi Bir Tokat: Ekolojik Krizin Kökenleri


OA- Hayvansal gıda tüketimini bırakmayı öneriyorsunuz. Bu geçişin önündeki en büyük kültürel ve ekonomik engeller sizce nelerdir?


BÇ- Bu geçişin önündeki engeller, kültürel kodlarımız ve endüstriyel hayvancılık kompleksinin devasa çarklarıdır. Hayvansal gıdaları tüketmeyi bırakmak bir vazgeçiş değil, aslında bir kazançtır: Daha sağlıklı bir bedene, daha adil bir dünyaya ve en önemlisi daha huzurlu bir vicdana doğru atılmış bir adımdır.


OA- "Sorumlu Kim?" sorusuna "hepimiz sorumluyuz" diyorsunuz. Sıradan bir vatandaş, bu sistem karşısında ne yapabilir?


BÇ- Hiçbir sistem, onu besleyen insanların rızası, kayıtsızlığı veya uyku hali olmadan ayakta kalamaz. Bizler, tüketim ve sömürü hikayesini bırakıp dayanışma hikayesini her gün kendi tercihlerimize yansıttığımızda, o devasa görünen sistemin temelindeki hikâye de çökecektir. Tarih, toplumsal hareketlerle çökertilen hikâyelerin çöplüğü gibidir.


Bölüm 4: Geleceğe Bakış


OA- Kitap boyunca oldukça karamsar bir tablo çizseniz de finalde insanın "gölgede kalan tarafı aydınlatabilme potansiyeline" sahip olduğunu ve "hala umut olduğunu" vurguluyorsunuz. Bu umudun kaynağı nedir?


BÇ- Umut, direnç tohumlarını her koşulda filizlendirebilme inatçılığına sahiptir. Bu umudun gerçekleştiği dünyada La Via Campesina gibi, Topraksız Kır İşçileri Hareketi gibi çok başarılı örnekler var. Bu hareketler, dayanışmacı ve demokratik uygulamaların teoride değil, pratikte de var olduğunu gösteriyor. İşte tam da bu yüzden iyimserim ve benim hâlâ umudum var.


Kapitalizmin Ninnisiyle Uyuyanlara Felsefi Bir Tokat: Ekolojik Krizin Kökenleri

OA- Son olarak, bu röportajı okuyan ve belki de ilk defa gıdanın, tarımın ve ekolojinin bu derin etik boyutuyla tanışan birine ne söylemek istersiniz? Atabilecekleri ilk somut adım ne olabilir?


BÇ- Bu bir suçlama değil, bir “uyanış” yolculuğudur. İlk adım, “Başka ne doğru olabilir?” sorusunu sormak olabilir. Bir diğer adım, her şeyin hikâyesini sormaktır. Yediğiniz her gıdaya sorun: “Seni kim üretti?”, “Nereden geldin?” Son olarak, bir saksıya bir tohum ekin. Bu adımlar belki sistemi hemen değiştiremez ama sistemin sizi zorladığı uykudan uyandırabilir. Lütfen unutmayın, bu işte yalnız değilsiniz.


OA: Bu röportajı hazırlarken, zihnimde bir sessizlik değil, aksine rahatsız edici ama bir o kadar da aydınlatıcı bir uğultu vardı. Kendisinin "iyi uyuyamamak" olarak tanımladığı o halin ne kadar bulaşıcı olduğunu fark ettim. Artık soframa gelen her gıdaya, attığım her adıma, görmezden geldiğim her sistemsel çarka farklı bir gözle bakıyorum.


Kitap , ekolojik krize dair korkutucu veriler sunmaktan çok daha fazlasını yapıyor; sorumluluğu işaret parmağıyla göstermek yerine, onu hepimizin avucuna usulca bırakıyor. Prof. Dr. Çokuysal'ın felsefe ve toprağın bilgeliğiyle ördüğü bu metin, bir son değil, aslında her birimiz için rahatsız edici bir başlangıç. Belki de gerçek uyanış, biraz 'iyi uyuyamamaktan' geçiyordur.


Orhan Açıkgöz

Ekolojik Evim

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page